İş İmkanı Sunan PERAKENDE YÖNETİMİ Sertifika Programı (Online) başlıyor. COLIN’S ve İstanbul Üniversitesi İş Birliği ile hazırlanan program sektörde bir ilk. Sertifika programı sonunda sınav yapılmaktadır. Başarı kazanan ilk % 20 katılımcı için Colin’s İnsan Kaynakları Departmanı iş görüşmesine davet etmektedir.
Eğitim (Ön Kayıt) Başvuru Son tarihi :04 Mayıs 2023
Eğitim programının dönemi: (6 HAFTA) Cuma – Cumartesi
Toplam : 72 Saat (Uzaktan Eğitim)
2025 sonu itibariyle büyüklüğü dünyada 30 trilyon Amerikan Doları’nı aşması beklenen perakende sektörünün ülkemizdeki gelişimi de hız kesmeden devam ediyor. Oluşturduğu istihdamın ötesinde, birçok sektörün de gelişimine katkı sunan perakende sektörü için, yarının sağlam temellerle inşa edilmesi gerekiyor. Perakendenin geleceğinin inşası için, Türkiye’nin iki önemli markası önemli bir işbirliğine imza atıyor.
Tekstil sektörünün devlerinden COLIN’S ile Türkiye’nin en köklü eğitim markası İstanbul Üniversitesi bir araya geliyor. Perakende sektörünün artan nitelikli işgücü ihtiyacına uygun bir biçimde tasarlanan eğitim içeriği, sektöre adım atacaklar kadar sektördeki yerini sağlamlaştırmak isteyen tüm katılımcılar için yeni ufuklar sunuyor.
COLIN’S profesyonellerinin pratik birikimleri ile İstanbul Üniversitesi akademisyenlerinin bilimsel perspektiflerinin birleştirildiği bu eğitim programında, katılımcıların perakende alanında spesifik birikimlerinin geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaca uygun olarak, perakende yönetiminin dinamikleri, pazarlama, CRM ve marka yönetimi, mağazacılık: planlama ve kontrol, satış operasyon yönetimi, tüketici davranışı, ürün ve kategori yönetimi ile sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi gibi temel başlıklarda katılımcıların bilgi ve beceri düzeylerinin arttırılması hedeflenmektedir. Öte yandan, moda ve tasarım trendleri, yönetsel beceriler, müzakere teknikleri ve pazarlık becerileri, ekip yönetimi ve liderlik ile analitik ve KPI’lar oturumları katılımcıların sektör için gereken yetkinlik ve yeteneklerinin geliştirilmesinde önemli bir rol oynayacaklardır. Eğitmenleri ve eğitim içerikleri ile dikkat çeken eğitim, sunulan sertifika ve %20 istihdam imkânı ile eşdeğer programlar arasında fark yaratmaktadır.
EĞİTMEN KADROSU (Öğretim üyeleri ve sektör yöneticileri)
Miktar: Başlangıç için 5 – 8 ton ihtiyaç vardır. Malzemenin nasıl çalışacağının test edilmesi ve kontrollerinin ardından, duruma göre alım miktarı artıracaktır.
Son Teklif Toplama Tarihi : 8/6/2023
Teslimat Yapılacak İl/İlçe : Gümrük teslim
Ödeme Şekli: Peşin ödeme / vesaik mukabili
TEKLİF VERME : İhtiyacın detaylarını öğrenmek ve teklif vermek için Dergi Aboneliği sayfasından PROFESYONEL ÜYELİK ( 250 TL) SATIN ALMANIZ GEREKMEKTEDİR. Aboneliğiniz 1 yıl geçerli olup bir sene boyunca tüm alım taleplerine teklif verebileceksiniz.
Türkiye’nin önde gelen ticaret, vergi ve uluslararası hukuk alanındaki akademisyenleri ile iş insanları Başaran Hukuk Bürosu & İşletme Danışmanlığı’nın İstanbul Ofisi’nin açılış konferansında bir araya geldi. Konferansta kriz dönemlerinde şirketlerin nasıl ayakta kalacağı masaya yatılırken özellikle yüksek enflasyonun kurumlar üzerindeki olumsuz etkileri ile mücadele yöntemleri değerlendirildi. Başaran Hukuk Bürosu & İşletme Danışmanlığı Kurucusu Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, enflasyon nedeniyle şirketlerin yüksek karlar açıkladığını, ancak bunun da yüksek vergi anlamına geldiği belirterek ‘Enflasyonist ortam, döviz kurları ve makro-ekonomik belirsizlikler işletmeleri zorluyor. Enflasyon düzeltmesi yapılsa dahi işe yaramıyor. Şirketler enflasyona karşı tedbir almalı.’ dedi.
Başaran Hukuk Bürosu & İşletme Danışmanlığı İstanbul Ofisi, iş ve akademi dünyasının bir araya geldiği ‘Kriz dönemlerinde işletmelere tavsiyeler’ konferansıyla faaliyete başladı.
Konferansa Başaran Hukuk Bürosu & İşletme Danışmanlığı bünyesinde bulunan Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, Prof. Dr. Murat Topuz, Prof. Dr. Veliye Yanlı, Prof. Dr. Hatice Özdemir Kocasakal, Prof. Dr. Timur Demirbaş Dr. Aytaç Özelçi, Dr. Sedef Koç, Erhan Coşkun, Turgut Candan, Ahmet Özgan ve çok sayıda iş insanı katıldı.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, birbiri ardına gelen pandemi, savaş, enflasyon, deprem gibi gelişmelerin işletmeleri birçok sorunla karşı karşıya bıraktığını, mali yapılarını zayıflattığını belirterek bu süreçte ayakta kalmak için yöneticilerin her türlü tedbiri alması gerektiğini ifade etti. Şirketlerin enflasyon düzeltmesi yapabilseler dahi bunun işe yarayamayabileceğini ifade eden Yavaşlar şöyle konuştu: ‘’ Eğer son 3 hesap döneminde enflasyon (ÜFE) yüzde 100’ü ve içinde bulunulan yıl yüzde 10 aşarsa enflasyon düzeltmesi uygulanmalı. 2022 yılında aslında bu şartlar gerçekleşti. Ancak tam bu uygulanacakken 2022 yılında bir düzenleme çıkarıldı ve enflasyon düzeltmesi engellendi, dedi. Bu yıl yapabileceğiniz tek şey yeniden değerlemedir, enflasyon düzeltmesini ancak 2023 sonunda yapabilirsiniz. Diğer yandan, enflasyon düzeltmesi yapılsa dahi bizim sistemimiz açısından bu çok büyük anlam ifade etmiyor. Çünkü bizdeki enflasyon düzeltmesi enflasyonun tamamen arındırılmasına hizmet etmiyor. Sadece biraz makyajlamaya yarıyor. Yeniden değerleme onun biraz daha mikro boyutu. Bu ise gerçek olmayan fiktif karın vergilendirilmesine yol açıyor. Aslında siz enflasyondan arındırdığınızda kar elde etmemişken, bu yapılmadığı için karlar yüksek gözüküyor ve daha yüksek vergi veriyorsunuz’’
İş Yapmanın En Zor Olduğu 7. Ülke Türkiye
Yaşanan ekonomik krizin şirketler üzerindeki baskısının gün geçtikçe arttığını ifade eden Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, mevzuatlarda sık sık yaşanan değişikliklerin de şirketleri zorladığını ifade etti. Yavaşlar ‘’ TMF Grup’un vergiyi de esas alarak hazırladığı 2022 Küresel İş Karmaşıklığı Endeksi’ne göre 77 ülke arasında Türkiye’nin iş yapılması en zor yedinci ülke. Gerekçe olarak; ‘mevzuatın sürekli değiştirilmesi, değişikliklere uyum sağlamak için mükelleflere verilen sürenin kısa olması, değişikliklerin asgari bilgi ve rehberlik ile uygulamaya konması’ gösteriliyor. Türkiye’nin yedinciliği hak edip etmediği ayrı bir konu, ancak bu eleştirilere katılmayacak mükellef şirket sayısının az olmayacağı düşüncesindeyim’’ dedi.
Kriz Dönemlerinde İşletmelere 10 Tavsiye:
Borçlu işletme, sözleşmenin günün koşullarına uyarlanması, bu da mümkün değilse sonlandırılmasını talep edebilirler.
Sermaye kaybı ve borca batıklık varsa, yönetim kurulu, tedbir alınmak üzere genel kurulu toplantıya çağırmalıdır.
Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde alacaklı olan işletmeler, alacaklarının gecikerek ödenmesi halinde yasal temerrüt faizini aşan (munzam) aşkın zararlarının tazminini isteyebilirler.
Uluslararası ticarete ilişkin sözleşme yapılırken, uyuşmazlıklarının çözüm şeklinin ve uyuşmazlığa uygulanacak hukuk sözleşmede muhakkak belirlenmelidir.
Krizden etkilenen ve iş ilişkisine devam etme imkanı kalmayan işverenler, işletme gerekleriyle fesih yoluna gitme imkanına sahiptirler.
Türkiye’nin Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusunda eksiklikleri olduğu için gri listeye alınması, Türk işletmelerinin yurt dışı para hareketlerinde daha dikkatli olmasına yol açmaktadır.
İşletmeler, yeniden değerleme uygulamalarından yararlanarak, ilave amortisman gideri yazabilir, iktisadi kıymetin satışında yüksek maliyet bedelini dikkate alabilir, finansman gider kısıtlaması ve örtülü sermaye uygulamalarında dikkate alınan özkaynak (özsermaye) tutarının artırılması yoluyla kanunen kabul edilmeyen gider (KKEG) tutarını azaltabilir, Sermaye Kaybı ve Borca Batıklık hesaplamalarında avantaj sağlayabilir, bilançoların gerçek değere yakınlaştırılması yoluyla finans kurumları nezdinde kredibilitelerini artırabilir, üçüncü kişiler nezdinde finansal yeterliliklerinin muteberliğine katkı sağlayabilirler.
Enflasyon nedeniyle bir yandan grup içi işlev ve risk dağılımı gözden geçirilirken, diğer yandan kullanılan transfer fiyatlandırması yönteminde ortaya çıkan sapmalar belirlenmeli ve vergi idaresine güncelleme için başvurulmalıdır.
Gümrükte alınan vergilerde eşyanın gümrük kıymeti, dahilde alınan vergiler için matrahın önemine sahip olduğundan, doğru belirlenip beyan edilmelidir. Aksi halde , ithalatçının yansıtma olanağından mahrum olacağı, ek bir mali külfet ve yaptırımla karşılaşması kaçınılmaz olabilir.”.
Yatırım teşvik belgelerinde “yatırım yeri tahsisi” destek unsuru olan işletmeler, böylece maliyetlerini düşürme, kârlılığını arttırma, mali kaynakları yetersizse yatırım konusunda olası riskleri azaltma imkanlarına sahip olacaklardır.
Bugün Lira’nın kıymetinin yok olmasına karşı çok uzun yıllar önce “Kuruş”’un çok kıymetli olduğu dönemlerden bahsedeceğim.
Bir babanın 4 evladı varmış. Evlat dedimse küçük çocukları olduğunu kast ediyorum. Baba bir çiftçi. Akşam eve gelir, sabah erkenden kendi bahçesine giderdi. Küçük çocukları da her sabah babaları işe giderken uyanırlardı ve babalarından cep harçlığı isterlerdi. Baba ise hiç cevap vermez ve sadece haftada bir gün çocuğunun birine sadece 25 Kuruş verir ve şöyle der;
10 kuruş sana, 10 kuruş kardeşine, 5 kuruş da diğer kardeşine. Parayı bozdurun ve paylaşın der.
Parayı avucunda tutan çocuk ise şaşkın olsa da babanın bu haline artık alışmış gibiydi ve babasına şöyle der;
Baba üçümüze para verdin ama diğer kardeşimiz Ayşe’ye para vermedin…
Baba küçük Ayşe’nin yüzüne dahi bakmadan şöyle der;
Size para verdim ya. Ayşe almasa da olur der.
Ayşe çok üzülse de babasının bu davranışına ne diyeceğini bilemez. Ne de olsa babası. Sesini yükseltse babasının tepkisinin çok kötü olacağını da biliyordu ve Ayşe sessiz kalıp, üzüntüsünü içinde yaşamayı tercih ediyordu.
Baba Hata Yapıyordu
Açıkçasını söylemek gerekirse baba ciddi bir hata yapıyordu.
Bir Başka Hikaye
2018 yılında emeklilere bayramlarda TRL.1.000.- lık ikramiye verilmesi kararlaştırıldı. Laf aramızda bu karar biraz da seçim yatırımı idi ama söylenen söz emeklilere bayramlarda TRL.1.000.- lık ikramiye verileceği yönünde idi.
Miktar fazla olmasa da bayram öncesi verilecek bu para emekliye adeta can suyu gibi gelecekti.
Bu ikramiye kararının ardından ilk bayram geldi.
Bankaların kendi emekli sandığından emekli olan emekli bankacılar hariç olmak üzere tüm emekliler bayram ikramiyesi olan TRL.1.000.- lık ikramiyesini aldılar. Bir yanlışlık mı oldu diye bankaların emekli sandıkları yaptıkları araştırmalar ve hukuki itirazlardan sonuç alamamış ve banka emeklileri devletin verdiği bu haktan yararlanamamıştır.
Uzun lafın kısası; bankaların ilgili birimleriyle yaptıkları görüşmeler sonunda, TRL.1.000.- lık ikramiyeyi, diliyorsanız siz kendi bünyenizden verin diye bir sonuca vardılar.
Hatalı Karar
Devlet baba emeklilere bayram ikramiyesi verecek denildi ama bankacı emeklilere verilmedi. Bu durumda bankacı emekliler hariç olmak üzere diğer emeklilere devlet TRL.1.000.- lık ikramiye veriyor dense daha mı doğru olurdu acaba? Bu sözü söylerken çok üzüntü duysam da, bankacı emeklilerine bayram ikramiyesinin devlet tarafından verilmemesi hiçbir bankacı emekliyi memnun etmemiştir. Ayrım yapılmıştır.
En Düşük Emekli Maaşının 7.500.- Liraya Çıkarılması
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin‘in alternatifli çalışması sonrası emekliye zam düzenlemesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sunuldu. Bununla beraber Başkan Erdoğan kararını verdi. En düşük emekli aylığı yüzde 36’nın üzerinde artışla 7500 TL olacak. Böylece taban aylıkta kümülatif artış yüzde 114’ü geçti. En düşük emekli maaşı Ocak 2023 öncesi 3500 TL olarak uygulanıyordu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan emekliye müjdeyi verdi. Erdoğan, “En düşük emekli aylığını 7 bin 500 liraya yükseltme kararı aldık. Milletimize, tüm emeklilerimize hayırlı ve uğurlu olsun.” ifadelerini kullandı.
Ve Ben
Bankamdan şube müdürü iken, 2007 yılında emekli olduğumda emekli maaşım, asgari ücretin yaklaşık 3 katı idi. Çünkü ben bankanın şube müdürü olarak en yüksek seviyeden emekli primlerimi yatırdım. Örnek verecek olursam; normal bir SGK’lı (o zamanlar bu kurumun adı SSK idi) 1.000.- lira SSK emekli primi öderken, benim maaşımdan yaklaşık 3.500.- lira tahsil ediliyordu. Ben yüksek prim kesilmesine üzülmüyordum, bilakis seviniyordum çünkü yüksek prim yatırırsam, yüksek emekli aylığı alacaktım diyordum.
Öyle de oldu.. Emekli olduğum yıllarda çok yüksek emekli aylığı almaya başladım. Oldukça refah düzeyde bir yaşam sağlıyordu bu emekli maaşı.
Ancak ilerleyen zamanda mevcut merkezi yönetimin aldığı kararlar sonucunda, düşük maaş alana yüksek zam, yüksek maaşı olan emekliye ise düşük zam uygulamasına gidildi. Yıllarca böyle devam etti.
En vahimi de 2022 yılının sonunda gerçekleşti.
Şöyle ki;
Çarşı Pazar enflasyonu % 200’leri çok geçmişken, çeşitli araştırma şirketleri 2022 yılı enflasyonunu % 180 ila % 120 arasında tespit ederken TÜİK enflasyonu ise sadece % 85
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 2022 yıl sonu enflasyonu yüzde 64,27 oldu. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise bu oranı yüzde 137,55 olarak hesapladı.
TÜİK, Aralık ayında aylık enflasyonu ise yüzde 1,18 olarak açıkladı.
Ne ilginç değil mi ? Baz enflasyon diyerek TÜİK 2022 yıl sonu enflasyonunu % 84.39 ‘dan % 64.27’ye düşürdü. Bir ayda 20 puan birden enflasyon düştü.
Emekli Maaş Zamları İle Asgari Ücret Zamları
Asgari ücret zamları TÜİK’in son tespit ettiği baz enflasyon rakamı esas alınarak % 55 olarak verildi. Emeklilere ise % 30. Baz enflasyon rakamları çarşı pazardaki etin, peynirin, elektriğin, ekmeğin, domatesin, sebzenin, meyvenin fiyatını düşürmedi doğal olarak. TÜİK’in baz enflasyonu esas alınarak emekliye yapılan % 30’luk zam karşısında benim emekli maaşımın alım gücü eridi, küçüldü. Ocak 2023 – Mart 2023 arasındaki sadece 3 aylık dönemde ete yapılan zam % 50’yi geçti.
TCMB’nin 2023 yıl sonu enflasyon tahmini ise % 22.3
Emeklinin vay haline. Bu mantık böyle devam ederse emeklinin alacağı zammı düşünmek de istemiyorum.
Az Kaldı
Ola ki iki defa daha asgari ücrete yapılan zammın, emekli maaşına yapılan zamdan daha yüksek olması durumunda, bir zamanlar asgari ücretin 3 kat fazla olan benim emekli maaşımı, asgari ücret geçmiş olacak.
Peki nerede kaldı benim yatırdığım yüksek emekli prim kesintilerim? SSK primini düşük yatıran asgari ücretli adeta ödüllendirildi, çok yüksek prim yatıran bankacı emeklisi olan ben ise her geçen gün cezalandırılıyorum.
Böyle giderse banka emeklisi olan bizler asgari ücreti dahi arar olacağız.
Şişecam ABD’de Ciner Grubu ile Liman İşletmesi Yatırımı Yapacak
Şişecam, ABD’deki doğal soda külü yatırımının lojistik ihtiyaçları için Ciner Grubu ile birlikte Kaliforniya’da bir liman işletmesi yatırımı yapacak. Şişecam Chemicals USA, devam etmekte olan soda külü yatırımının potansiyel ihracatında kullanılacak lojistik altyapıyı kurmak üzere Stockton Liman İşletmesi Projesi’ni yürütecek olan Denmar US LLC’nin yüzde 50’sine ortak olacak.
Şişecam, planlamalar çerçevesinde devam eden ABD’deki doğal soda külü yatırımının potansiyel lojistik ihtiyaçları için Ciner Grubu ile yeni bir iş alanına yatırım kararı aldı. Şişecam’ın %100 sahipliğindeki bağlı ortaklığı Şişecam Chemicals USA, devam eden soda külü yatırımının potansiyel ihracatında kullanılacak lojistik altyapıyı kurmak üzere yıllık 5 Milyon ton kapasiteli Stockton Liman İşletmesi Projesi’ni yürütecek olan Denmar US LLC’ye ortak olacak. Stockton Liman İşletmesi yatırımının, Şişecam’ın 2028 yılına kadar kademeli olarak devreye alınması planlanan ABD’deki doğal soda külü yatırımıyla uyumlu olarak, 2027 yılında faaliyete başlaması hedefleniyor. Şişecam yeni yatırımıyla, ABD’de doğal soda külü ihracatı hedeflerine ulaşmasını sağlayacak tedarik zinciri yapılanmasını kurarak sürdürülebilir büyümeyi garanti altına alacak.
Şişecam Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kırman Şişecam’ın ABD’de devam etmekte olan doğal soda külü yatırımının hedeflerine ulaşmasını destekleyecek bu stratejik yatırım kararı ile ilgili şu açıklamayı yaptı: “2021 yılında doğal soda külü alanında ABD’deki varlığımızı güçlendirme kararımızı duyurmuştuk. Büyüyen pazar ve artan talepler aldığımız kararın isabetli olduğunu kanıtlamaya devam ediyor. Doğal soda külü faaliyet alanı bugün Şişecam operasyonları içinde en yüksek kârlılığa sahip iş alanlarından biri. Planlamalar çerçevesinde devam eden Pasifik Projesi’ne ait 5 Milyon ton doğal soda kapasitesinin 2028 yılına kadar kademeli olarak devreye alınmasıyla birlikte Şişecam ve Ciner ortaklığının ABD soda operasyonları toplam üretim kapasitesi 7,5 Milyon tona ulaşacak. Uluslararası pazara erişim maliyetini azaltmak, operasyonun yönetimini kolaylaştırmak ve tedarik zinciri kaynaklı riskleri bertaraf etmek için çoklu liman erişiminin önemli olduğunu değerlendirdik. Bu kapsamda, Denmar US LLC’nin izin ve ruhsat alımlarını tamamladığı Kaliforniya- Stockton Liman İşletmesi Projesi’ne ortaklık kararı aldık. Stockton Liman İşletmesi Projesi kapasitesinin 2027 yılında yıllık 3 Milyon tondan başlatılması, 2029 yılında da yıllık 5 Milyon tonluk tam kapasiteye çıkartılması planlanıyor.”
Prof Dr. Ahmet Kırman yatırım kararını destekleyen 3 temel stratejik faktör olduğunu belirterek açıklamasını şöyle sürdürdü: “Yeni liman işletmesi ABD doğal soda külü yatırımımız kapsamında ihracat operasyonlarımıza yönelik ihtiyaç duyulan lojistik altyapının oluşturulmasını sağlayacak. Çoklu liman stratejisi kapsamında tedarik zinciri operasyonlarımız güvence altına alınacak ve belirsizliklerle dolu küresel pazarda Şişecam’a esneklik kazandıracak. Lojistik maliyetlerden tasarruf etmemizi de sağlayacak olan liman yatırımının, halihazırda kritik izin ve ruhsatlara sahip olması, projenin daha hızlı ve sağlıklı devam etmesini kolaylaştıracak. Bu kapsamda Denmar Holdings LLC şirketinin %100 sahipliğindeki Denmar US LLC şirketine, Şişecam Chemicals USA tarafından, sermaye artırımı yöntemiyle ve 12 Milyon dolar karşılığında %50 oranında ortak olunacak.”
Prof. Dr. Ahmet Kırman sözlerine şöyle devam etti: “Belirsizliklerin iş planlarını sürekli değiştirdiği günümüz dünyası kurumların büyüme hedeflerini ve engelleri sürekli hesaplayarak adım atmalarını gerekli kılıyor. Şişecam böyle bir ortamda başarısını öngörülü ve sağlam adımlarla sürdürülebilir kılıyor. 2022’de yatırımlarımızda sürdürülebilirliği sağlamak için İtalya’da refrakter üreticisi Refel’i satın almıştık. Şimdi de ABD’deki büyüme planlarımızı garanti alına alacak liman işletmesi yatırımımızla benzer bir adım atıyoruz. Yaptığımız her yatırım mevcut iş kollarımızın büyümesini desteklerken, girdiğimiz her yeni alan global büyüme stratejimizi güçlendiriyor.”
Şişecam Dünyanın En Büyük Soda Külü Üreticisi Olacak
Şişecam’ın ABD’de soda külü alanındaki yatırım geçmişi 2019 yılına uzanıyor. Doğal soda külü üretimi alanında küresel ayak izini genişletme kararı alan Şişecam, 2019’da Ciner Grubu ile eşit ortak olarak ABD’de yeni bir doğal soda külü üretim tesisi kurmak üzere sözleşme imzalamıştı. 2 yıllık ortaklık süresince doğal sodanın çevre dostu ve sürdürülebilir yapısı, soda külü talebinde beklenen güçlü artış Şişecam’ı bu alandaki yatırımlarını artırma, ABD gibi önemli bir pazardaki varlığını güçlendirme yönünde harekete geçirmişti. 2021 yılında Şişecam, Ciner Grubu ile eşit oranda ortak olduğu Pasifik Projesi’ndeki payını yüzde 60 seviyesine çıkarttı. Ayrıca ortaklık alanını genişleterek, Ciner Grubu’nun ABD’de yönetimini sürdürdüğü Wyoming tesisinde sahip olduğu hisselerin de yüzde 60’ına ortak olma kararı aldı.
Bunun yanı sıra tamamı Ciner Grubu’na ait olan ve doğal soda külü üretimi için planlanan Atlantik Projesi’ne de yüzde 60 oranında pay sahibi olmak üzere el sıkıştı. Dünyanın en büyük 3 soda üreticisi arasında yer alan Şişecam 2028 yılına kadar kademeli olarak devreye alınması planlanan ABD doğal soda yatırımıyla birlikte yönetimindeki 10 Milyon tonu aşan global soda külü üretim kapasitesiyle dünyanın en büyük soda külü üreticisi haline gelecek.
Sosyal girişimcilik, toplumun geneline yayılan sorunları çözme potansiyeline sahip bazı kişilerin bu sorunlara odaklanarak çözümler üretmesidir. Sorunların çözümünde rol alan kişiler, yani sosyal girişimciler, toplumun sağlığı, güvenliği ve refahı için inisiyatif alarak toplumun tamamında ya da önemli bir bölümünde olumlu etkiler yaratmak için risk alarak çaba sarf ederler. Bu insanlar, yeri geldiğinde kendilerinden ödün vererek içinde yaşadığı topluma hizmet etmeyi kendileri için çok önemli bir misyon edinirler. Diğer insanların ya da kamu ve özel sektör kuruluşlarının etki yatırımı, bilinçli tüketim, kurumsal sosyal sorumluluk, etik ve şeffaflık gibi konularda adımlar atması sosyal girişimcilerin başarılı olmasında son derece etkilidir. Sosyal girişimciler için sosyal faydalar yaratmak kâr elde etmek çok daha öncelikli bir konudur.
Sosyal girişimciliği farklı kategorilere ayırmak mümkündür. Örneğin küçük bir coğrafi bölgede ve genellikle içinde yaşadığı toplumun ihtiyaçlarına öncelik veren girişimciler, daha ziyade yerel düzeydeki faydalara odaklanır. O bölgedeki paydaşlarla güçlü ilişkiler kuran bu girişimciler ve yaratılan olumlu etkileri sürdürülebilir kılmak için yerel paydaşlarla iş birlikleri geliştirebilir. Sosyal girişimciler bir kişi olabileceği gibi bir işletme de olabilir. Bu işletmeler, kurumsal sosyal sorumluluk misyonlarının bir gereği olarak toplumsal meseleleri kamuoyunun gündemine taşır ve gerekli çözümlerin üretilmesine öncülük eder. İnsan haklarının korunması, adil gelir dağılımı, çevresel uyumluluk vb gibi konuları en az kendi kârlılığı kadar önemseyen bu işletmeleri genellikle toplulukların sosyal ve ekonomik refahı için geliştirdikleri uygulamalarla ve ürettikleri çözümlerle tanırız. Bu bağlamda sosyal girişimciliğin şirketlerin kurumsal itibar ve marka yönetiminde çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.
Bazı sosyal girişimcilik faaliyetlerin etkileri yerel düzeyde kalırken bazıları ulusal hatta uluslararası boyutlara ulaşabilir. Bir otomotiv markası olan Volvo’nun 1960’lı yıllarda geliştirdiği ve şimdiye kadar tüm dünyada milyonlarca insanın hayatının kurtulmasına vesile olan emniyet kemeri sistemi için bir patent hakkı talep etmemesi bir sosyal girişimcilik örneği olarak değerlendirilebilir. Bir bilim insanının ya da bir sağlık kuruluşunun küresel düzeyde etkili olan bir salgın hastalığı için aşı ya da ilaç geliştirmesi ve bunu toplumun faydasına sunması da bir sosyal girişimcilik örneği olabilir. Bu tür örneklerdeki ortak noktada girişimi gerçekleştiren kişilerin kendi çıkarların çok toplumun çıkarlarını önemsemesidir.
Sosyal girişimler, içinde yaşanılan topluma; toplumun kültürel, coğrafi ve etik değerlerine, söz konusu sorunun ya da talebin büyüklüğüne ve etki alanına, paydaş profiline ve girişimcinin özelliklerine ve potansiyeline bağlı olarak değişebilir. Fakat bütün sosyal girişimcilik faaliyetlerinin birtakım ortak özellikleri vardır. Örneğin, tespit edilen toplumsal sorunun etkilediği kişileri ya da ihtiyaç olduğu düşünülen bir ürün ya da hizmetin toplumun hangi kesimi tarafından yoğun bir şekilde talep edildiğini belirlemek genellikle sosyal girişimin başlangıç noktası olmaktadır. Daha sonra ise sorunu daha net bir şekilde tanımlamak ve detaylandırmak gerekir. Örneğin, bir bölgede düşük hayat standartları temel bir sorun olarak tanımlanmışsa, bölgede insan hayatının konforunu, güvenliğini ya da kalitesini düşüren ikincil sorunlar tespit edilmeye çalışılır.
Sosyal girişimcilik her ne kadar iyi niyet çerçevesinde gelişse de tespit edilen sorun ya da toplumsal ihtiyaç için talep üretirken mutlaka bir plan yapılmalıdır. İster bireysel ister kurumsal düzeyde olsa her sosyal girişimcilik faaliyetlerinde zaman, para, iş gücü, uzmanlık vb gibi kaynaklar planlanmalıdır. Sosyal girişimcilik nihai amaç her ne kadar herkesi memnun etmek olsa da günün sonunda bunu başarmak çoğu zaman mümkün değildir. Bu nedenle, sosyal girişimcinin bir önceliklendirme yapması kaçınılmazdır. Finansal kaynaklar, konuyla ilgili uzmanlık ve tecrübe düzeyi ve diğer faktörler göz önünde bulundurularak mümkün olan en fazla sayıda insanı memnun edecek çözümler üretilmelidir.
Sosyal girişimcilik çalışması tamamlandıktan sonra üretilen çözümün ya da yaratılan etkinin toplumdaki karşılığı takip edilmelidir. Girişimin çıktılarının toplumun ihtiyaçlarına gerçekten çözüm olduğu doğrulanmalı ve sürekli iyileştirmeler yapılarak etki düzeyi geliştirilmelidir.
Dünya Gastronomisinde ve Yemek Kültüründe Son yıllarda ön plana çıkan bir oluşum Slow Food – sağlıklı beslenme bu iki birliktelik. Slow Food anlamı ise yemek masasında yavaş yemek, yani sadece doymak karın doyurmak değil lezzet almak yediği yemeği sindirerek yavaş ve yorumlayarak masa etrafında konuşarak lezzet, tat, besin değeri gibi yemeği öne çıkaran detayları tartışarak yemek. Bu akımı Dünya genelinde başlatan kişi ise 1982 yılında İtalyan sosyolog-gazeteci Bay Carlo Petrini olmuş ve bu oluşumu ülkeler genelinde dernekleşmeye sosyal yönde gruplar, birlikler oluşturarak tüm dünya genelinde duyulmasını ve destek görmesini sağlamış.
Slow Food her şeyden önce ciddi anlamda bir `insan hakları` harekâtı gibide algılanabilinir. Bu algıyı savunmadaki amacım ise yemek masasının sadece karın doyurma olmadığı tam aksine aileleri, arkadaşlıkları, dostlukları, iş ortamlarını gibi benzeri güzel oluşumları birleştiren bir kültür bir adap olduğu kaçınılmazdır. Slow Food Televizyon programlarına da sufle vermiş olup şuanda kanallarda izlenen yemekteyiz vb. programlarda bu felsefeden gelmektedir. Slow Food ile birlikte otel mutfaklarında, restoranlarda olmazsa olmaz minimalist yani detaylı yemek hazırlama olgusu ortaya çıkmıştır. Bu akımdaki amaç sağlıklı yemekler yapabilmek, kullanılan malzemeleri iyi seçebilmek ve sağlıklı pişirme teknikleri iyi kullanmak. Hayatımızın birçok yerinde yer almış olan detaylar mutfağımızda ise Slow Food ile birlikte Detaylara inen bir mutfak olarak otel mutfaklarında yerini almıştır.
Bunun ile alakalı otel mutfaklarımızda bu ürünleri kapsayan büfelerimizde ve özel restoranlarımızda menüler oluşturulmaya başlanmıştır. Sağlıklı Beslenme üzerine kurulmuş açık büfelerimizde sabah, öğlen ve akşam köşeler oluşturulmuştur. Bu açık büfe köşelerimizden misafirler almış oldukları yemeğin, salatanın, tatlının, mezenin kaç gramında ne kadar kalori olduğunu görerek ve ne kadar tüketmesi gerektiğini bilerek alacaktır. Tatili boyunca sağlıklı beslenme yapacaktır.
Şunu unutmamak lazım yemek bir kültürdür. Önemli olan karın doyurmak değil, sağlıklı bir şekilde, damak tadının ön planda olduğu, yenen yemeğinin tadına varıldığı ve masada daha uzun süre geçirilerek o yemeği yorumlayarak özüne, kültürüne, yöresine yapım aşamalarına ve pişirim tekniklerini tartışarak yemek ve dolayısı ile sağlıklı beslenmek hayatımızın her evresinde aradığımız detaycı yaklaşım artık yediğimiz her üründe aranılmaktadır.
En iyi Buğday Yarışması;
Her yıl yapılan ‘en iyi buğday’ yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: “Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor” dedi.
— Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz ? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz ? diye sorulduğunda,
– Neden olmasın, dedi çiftçi.
— Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir. “Şefler olarak ta bizimde düşüncemiz hep birlikte olmak ve en iyi ürünü hep birlikte çıkartmak”.
İşletmeler ilk kurulduklarında geleneksel olarak kurucusunun verdiği bir isimle hayata başlar. Bu isim; kurucusunun adı veya soyadı, işletmenin doğduğu şehir, şehirle ilişkili bir nesne, farklı isimlerin birleşimi ya da kısaltması hatta tamamen hayal ürünü bir isim dahi olabilir. Ayrıca marka ismini gerçek bir varlıktan alıyor ise, marka ismi her anıldığında beyinde varlığa dair görsel çağrışımlar meydana gelir. Marka ismi seçilirken işletmelerin uzun yıllardır faydalandığı yöntemlerden bir diğeri ise menşei ülke etkisidir. Bu durumda, Japonca bir isim teknolojiyi, Fransızca bir isim lüksü, İtalyanca bir isim tasarımı, Almanca bir isim ise tüketicide dayanıklılığı çağrıştırır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus ünlü marka uzmanı Kevin L. Keller’in de belirttiği gibi marka isminin; basit, tanıdık, ayırt edici, anlaşılması, telaffuz edilmesi ve hecelenmesinin kolay olması gibi nitelikler taşıması gerektiğidir. Unutmamak gerekir ki, ilk kişisel bilgisayar şirketini günümüzde kimsenin bilmiyor olması, pazara yanlış marka ismi ile girmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla marka ismi işletmeler için hayati önem taşır çünkü işletmenin başarısını neredeyse %40 oranında etkileme gücüne sahiptir. Yukarıda çizilen çerçeve ve bahsedilen stratejiler, isim seçimlerinde etkili sonuçlar elde etmek için uzun yıllardır kullanılıyor olsa da son yapılan çalışmalar, marka ismi herhangi bir anlam ifade etmese dahi kendisini oluşturan harflerin ait olduğu sınıfın, ürün hakkında farklı çağrışımları beyne iletilebileceğini ve tüketici algılarını değiştirebileceğini göstermektedir.
Nasıl mı ?
Şimdi bir masa düşünün ve bu masanın isminin “mil” ya da “mal” olabileceğini hayal edin. Sadece üç harften oluşan iki farklı isim fakat masa aynı masa. Bu durumda, ürün isminde yer alan sadece bir harfin değişmesi, tüketicinin ürün hakkında farklı çıkarımlar yapmasına sebebiyet vermiş olabilir mi?
Yukarıda bahsedilen olay aslında Chicago Üniversitesinden Dr. Edward Sapır tarafından yapılan meşhur bir deneydir. İlgili deneyin sonuçları “mal” ismi ile anılan masanın, deneye katılanların yaklaşık %80 tarafından daha büyük algılandığını göstermektedir. Diğer bir ifade ile aynı masa farklı isimler ile anıldığında, katılımcıların masa hakkındaki algılarında değişimler meydana gelmiştir.
Peki durumun arkasında yer alan bilimsel gerçek nedir ?
Dil belirli kelimeleri ortaya çıkarırken arkaya doğru hareket ederek a, ı, o, u, ön tarafa doğru hareket ederek e, i, ö, ü seslerini çıkarır. Arkaya doğru hareket eden dilin çıkardığı sesler daha sert, ön tarafa doğru hareket eden dilin çıkardığı sesler ise daha yumuşak olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla dilin arka tarafa doğru hareket etmesi sonucunda ortaya çıkan “a” harfi “mal” olarak adlandırılan masanın denekler tarafından daha büyük olarak algılamasına sebep olmuştur.
Peki dilin bu hareketleri dolayısıyla ortaya çıkan kelimeler, bir ürünün yapısına ya da tadına dair algılarımız üzerinde dahi etkili olabilir mi ?
Cevap: Evet !
Nasıl mı ?
Dr. Eric Yorkston önderliğinde yapılan bir çalışmada, deneklere “Frosh” ve “Frish” olarak adlandırılan dondurma isimleri verilmiş ve dondurmanın özellikleri hakkında sorular katılımcılara sorulmuştur. Deneyin sonuçları “Frosh” isimli dondurmanın daha yavaş, ağır ve büyük çağrışımlar yapıyor olmasından dolayı tüketicilerin dondurmayı daha kremsi ve zengin aromalı olarak algılamasına sebep olmuştur. Görüldüğü üzere hemen erimeyen, kaliteli bir dondurma algısının tüketicilerde oluşmasını sağlamak, sadece bir harf değişikliği ile mümkün olmaktadır.
Markaların pazara sunulmadan önce hedefledikleri kitlelerin zihinlerinde daha iyi bir yer edinebilmek ve ait oldukları ürüne dair daha iyi çağrışımlar ortaya çıkarabilmek için doğru ve etkili bir şekilde isimlendirilmeleri büyük önem taşır. Temizlik ürünleri kategorisinde yer alan bir markanın bu sebeple daha sert, cilt ürünleri kategorisinde yer alan bir markanın ise daha yumuşak sesler barındırması markanın ilerideki başarısının büyük bir kısmından sorumlu olacaktır. Dolayısıyla bir markanın iyi ve doğru şekilde isimlendirilmesi, sadece kurucusunun kararına bırakılamayacak derecede önemli ve üzerinde ciddi araştırmalar yapıldıktan sonra karar verilmesi gereken bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
İş İmkanı sunan bu programı kaçırmayın.
6.Dönem Uygulamalı GÜMRÜK ve DIŞ TİCARET UZMANLIĞI. Ünsped Gümrük Müşavirliği ve Lojistik Hizmetler A.Ş. – İstanbul Üniversitesi
Anahtar Sözcükler: Ünsped, UGA, Gümrük Müşavirliği,gümrük, dış ticaret, sertifika, ithalat, ihracat, mevzuat, rejim, lojistik, taşımacılık, iş, kariyer, İstanbul Üniversitesi, Sürekli Eğitim Merkezi
KOBİ’ler için Avrupa Yeşil Mutabakatı’na geçiş süreci, Endüstri 4.0’a adapte olmanın anahtarını sunuyor. Ölçek ekonomisine geçemeyen KOBİ’lerin “Orta Gelir” eşiğini atlatamadığını vurgulayan Ortak Akıl Danışmanlık Kurucusu Dr. Yılmaz Sönmez, “KOBİ’lerimiz öncelikle ölçeklerini büyütmek ve OBİ olmak için efor sarf etmeli. Sadece ürün ve hizmetlerini değil, organizasyonlarını da dijitalleştirmeyi başaran şirketler rekabette bir adım öne geçecek. Ancak KOBİ’lerin dijitalleşme karnesi zayıf ! Avrupa Yeşil Mutabakatı’na geçiş süreci KOBİ’ler için bir fırsatken, KOBİ’lerimizin %90’ından fazlasının aile şirketi olması ölçek ekonomisine geçişte en büyük engel” dedi.
Dünyada yaşanan makro-ekonomik, teknolojik, sosyolojik ve ekolojik dalgalanmalarla mücadele eden KOBİ’ler için uçtan uca dijitalleşme süreci faaliyetlerin sürdürülebilirliği için büyük bir önem taşıyor. Türkiye’de %90’ından fazlası aile şirketi olarak faaliyet gösteren KOBİ’ler için Endüstri 4.0’a adapte olma süreci, ölçek ekonomisine geçiş, nitelikli insan kaynağına ve yeni nesil teknolojilere erişimin anahtarını sunuyor.
Dönüştürmek KOBİ’lerin Beyin Takımının Elinde
KOBİ’lerin gelecek stratejilerinde ölçek ekonomisine geçiş, kurumsallaşma, dijitalleşme, sürdürülebilir ve çalışanlar için cazibe merkezi yapılara dönüşme ile Endüstri 4.0’a adapte olmak yönünde atılacak adımların büyük bir yeri olduğuna dikkat çeken Dr. Yılmaz Sönmez, “Dünyada ve Türkiye’de üretim ve istihdamda imzası bulunan KOBİ’ler dünyadaki dalgalanmalar karşısında en zayıf halka gibi gözükse de bu senaryo mukadderat değil. Dönüştürmek KOBİ’lerin beyin takımının elinde!” dedi.
AB Yeşil Mutabakatı’na Geçiş Süreci KOBi’ler İçin Fırsat
AB Yeşil Mutabakatı’na geçiş sürecinin KOBi’ler için fırsat olduğunu vurgulayan Dr. Yılmaz Sönmez, “Dünyada tüketici tercihlerinin ibresinin sürdürülebilirliği gösterdiği, çevre dostu üretimin tercih nedeni olduğu, Sınırda Karbon Vergisi ve Yeşil Mutabakat’ın kapımıza dayandığı, AB sınırlarında her yıl milyarlarca doları vergi olarak ödeme riskimizin doğduğu bu dönemde KOBİ’lerin “yeşil üretim” paradigmasına geçme yönünde yatırım yapmaları kaçınılmaz. Üstelik büyüklerin aksine buradaki çeviklikleri onlara önemli kazanımlar getirecek ve yeni pazarlarla tanıştıracaktır” diye belirtti.
KOBİ’lerin dünyadaki dalgalanmalara karşı dirençli organizasyonlara dönüşmesinin ve sürdürülebilir başarı hikayelerine imza atmasının yolunun Endüstri 4.0’a adapte olmaktan geçtiğini belirten Dr. Yılmaz Sönmez, konuya şu sözlerle açıklık getirdi:
“Orta gelir” Eşiğini Atlayamayanlar Tersine Kulaç Atıyor
“Dijital dönüşüm, KOBİ’lerin hayatta kalması için gerekli hale geldi. KOBİ’lerin ölçek ekonomisinden uzak ve parçalı görüntüsü; sermayeye, nitelikli insan kaynağına ve çağın gerektirdiği teknolojiye erişimlerinin önündeki en büyük engel. Ortaklık kültüründen uzaklığımız ve şirket evliliklerini kolaylaştıran yasal ve finansal düzenlemelere karşın KOBİ’lerin bu konudaki performansları sorunu derinleştiriyor. Bu da şirketleri maliyetlerin yükseldiği, katma değerin düştüğü, kârların azaldığı, tedarik sorunlarının baş gösterdiği ve küresel rekabetçiliğin ise aşındığı başarının gerilediği bir tabloya mahkum kılıyor. “Orta gelir” eşiği atlayamayan KOBİ’ler hızla yok olmaya, tersine kulaç atıyor. KOBİ’lerimiz öncelikle ölçeklerini büyütmek ve OBİ olmak için efor sarf etmeli!
Ölçek Ekonomisine Geçişte Aile Şirketi Bariyeri
KOBİ’lerimizin %90’ından fazlasının aile şirketi olması ölçek ekonomisine geçişte en büyük engel. Çünkü ölçekler büyürken organizasyon yapısının buna uyum sağlaması da gerekiyor. KOBİ’ler kültürel nüansları göz ardı etmeyen ancak evrensel yönetişim ilkeleriyle tutarlı ve profesyonel bir bakış açısıyla uzun vadeli olarak ele alınması gereken kurumsallaşma stratejilerinin isinden gitmeli. KOBİ’lerin sürdürülebilir başarı için bütçeden IT’ye, insan kaynaklarından pazarlamaya uçtan uca bir kurumsallaşma stratejilerine ihtiyacı var.
Dijital Yol Haritaları Oluşturulmalı !
Sadece ürün ve hizmetlerini değil, organizasyonlarını dijitalleştirmeyi başaran şirketler rekabette rekabet avantajı elde etiği günümüzde KOBİ’lerin dijitalleşme karnesi henüz istenen düzeyde değil. Oysa ki, dijitalleşme KOBİ’ler için büyüklerle aralarındaki mesafeyi kapatmaları, nitelikli insan kaynağını bünyelerine katmaları, maliyet optimizasyonu ve yerkürenin her noktasından yeni müşterilere erişmek için gerçek bir fırsat sunuyor. KOBİ’ler bir an önce dijital yol haritalarını oluşturmalı, dijital liderlerini seçmeli ve bu uzun soluklu yolculuğa start vermeli.
KOBİ’ler Çalışanlar İçin Cazibe Merkezine Dönüşmeli !
Geleceğin küresel rekabetinde yerini rezerve etmenin yolu, başarılı çalışanları elde tutmaktan, yeni yetenekler keşfetmek ve çalışanlar için bir cazibe merkezi olmaktan geçiyor. KOBİ’ler hem şirket kültürlerini hem de dijital altyapılarını “nitelikli insan kaynağı” dostu şirket perspektifiyle tasarlamalı.”