Bir iş sözleşmesi ile birden çok işverenin birlikte istihdam ettiği işçinin haklarından hangi işveren sorumludur?

“Özellikle gurup şirketlerinde ortaya çıkan bir çalışma biçimi olan birlikte istihdam şeklindeki çalışmada, işçilerin bir kısmı aynı anda birden fazla işverene ve birlikte hizmet vermektedirler. Daha çok yönetim organizasyonu kapsamında birbiriyle bağlantılı olan bu şirketler, aynı binalarda hizmet verebilmekte ve bir kısım işçiler iş görme edimini işverenlerin tamamına karşı yerine getirmektedir. Tüm şirketlerin idare müdürlüğünün aynı şahıs tarafından yapılması, şirketlerin birlikte kullandığı işyerinde verilen muhasebe, güvenlik, ulaşım, temizlik, kafeterya ve yemek hizmetlerinin yine tüm işverenlere karşı verilmiş olması buna örnek olarak gösterilebilir”. (Y9HD.22.11.2017 T., E.2016/28027., K.2017/18860) Legalbank.

Başka bir anlatımla, işçi yönetim organizasyonu kapsamında iş görme edimini birden fazla işverene sunmaktadır. İşçinin işçilik haklarından hangi işverenin sorumlu olacağı uygulamada bazı sorunlara yol açmaktadır. İşverenler arasında organik bağın var olup olmadığı önem kazanmaktadır. Şayet organik bağ varsa işçilik haklarından tüm işverenlerin birlikte sorumluluğu söz konusu olmaktadır.

Yargıtay’a göre, “Organik bağ ilişkisinde işveren sıfatı olan tüzel kişinin, işçinin iş sözleşmesinden veya iş kanunundan doğan haklarını kullanmasının engellenmesi için temsilde farklı kişiliklere yer vermesi söz konusudur. Bu durumda tüzel kişinin bağımsızlığı sınırlanır ve organik bağ içinde olunan kişi ile özdeş kabul edilir. Bu anlamda; tüzel kişilik hakkının kötüye kullanılması, kanuna karşı hile, işçiye zarar verme (haklarının alınmasını engelleme), tarafta muvazaa (hizmeti kendisine verdiği halde başka bir kişiyi kayıtta işveren olarak gösterme) ve namı müstear yaklaşımı nedeni ile dolaylı temsil söz konusudur.

Bu durumların söz konusu olduğu halde tüzel kişilik perdesinin aralanması sureti ile gerçek işveren veya organik bağ içinde olan tüm işverenler sorumlu tutulmaktadır. Organik bağ ise şirketlerin adresleri, faaliyet alanları, ortakları ve temsilcilerinin aynı olmasından, aralarındaki hukuki ilişkilerin tespitinden anlaşılır. Davalı şirketlerin aynı adreste faaliyet gösterdiği, aynı alanda faaliyet gösteren bu şirketlerin yetkilisi ve müdürünün aynı olduğu, davacının bütünlük teşkil eden çalışmasını çalıştığı yer, yaptığı iş ve pozisyonunda herhangi bir değişiklik olmadan sürdürdüğü ve neticede şirketler arasında organik bağ bulunduğu, bu nedenle talep edilen işçilik alacaklarından her iki şirketin de müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları anlaşılmaktadır. O halde, Mahkemece talep konusu alacaklardan davalı şirketlerin müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmaları gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile iş yeri devri kurallarına göre sonuca gidilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir” (Y9HD.02.12.2019 T., E.2016/10785., K.2019/21385) Legalbank.

Yargıtay’ın bir çok kararında da belirtildiği gibi işçinin tek bir iş sözleşmesi ile birden fazla işveren tarafından istihdamı halinde, çalışma bütün olarak değerlendirilmekte ve burada tek bir iş ilişkisinin varlığı kabul edilerek tüm işverenlerin işçilik haklarından birlikte sorumlu oldukları sonucuna varılmaktadır.

“Emlakta Veri Bankası kurulmalı”

Gayrimenkul verileri konusunda Türkiye’de çeşitli projeler hayata geçirilmeye başlanmış olsa da henüz yurtdışındaki zenginliğe ulaşılmış değil. Tüm Girişimci Emlak Müşavirleri Derneği (TÜGEM) Kanada Temsilcisi Seyfi Tomar “Emlak sektöründeki mevcut dağınıklık mesleki paydaşlarlarla yapılacak iş birliği sayesine rahatlıkla aşılabilir ve böylesi bir ortak çalışma ile büyük bir veri bankası sahibi olabiliriz” önerisinde bulundu.
‘Adımlar yeterli değil’
Gayrimenkule yatırım yapacak insanların hangi gayrimenkule veya projeye yatırım yapacağını kararlaştırma sürecinin önemine dikkat çeken Tomar, “Karar almayı kolaylaştıracak ortamı hazırlamak ilk başta kamuya ve devamında kamunun sağlayacağı alt yapıyla sektör paydaşlarına düşer. Türkiye’de bu alanlarda hissedilen iyi niyet ve bazı adımların atılıyor olması sektörün geleceği açısından önem arz ediyor. TAKBIS, WebTapu gibi projelerin geliştirilmiş olması, coğrafi bilgi sistemlerinde sağlanan ilerleme, numarataj gibi temel hizmetlerin geldiği noktalar, başta İstanbul olmak üzere özellikle büyükşehir belediyelerine ait otomasyon sistemlerinden sağlanabilen veri tabanları sektör için önemlidir. Farklı oyuncuların sahip oldukları veri tabanlarının birleştirilmesi ya da kamu tarafından tüm paydaşlara hizmet verecek veri tabanı hizmetinin gelecekte sunulabilmesi sektör için önemli adım olacaktır” dedi.
Yurt dışında örnekleri var
Dijital çağda emlak sektörü büyük atılımlara gebe olduğuna dikkat çeken Tomar, yurt dışından ise şu örnekleri verdi: “Ulusal Emlakçılar Birliği (NAR) ve Kanada Emlakçılar Birliği (CREA) gibi kurumlar, Türkiye ve Avrupa’daki meslektaşlara kıyasla yeni sürece daha hazırlıklı ve avantajlı konumda bulunuyorlar. Türkiye’deki sektörel dernek ve kurumlar, CEPI ve FIABCI gibi uluslararası kuruluşlar bu yeni treni yakalamak için hızlı ve doğru adımlar atmak zorunda. Kuzey Amerika coğrafyasındaki emlakçılar, Çoklu Listeleme Servisi (Multiple Listing Service –MLS) MLS ve MLS bünyesindeki “kamuya ait 50 yıllık veri” tabanına erişim sayesinde çok daha sağlıklı kararlar alabiliyor.”
NAR ve CREA bünyesindeki emlakçılar bu verilere erişim sayesinde mesleklerini somut verilere dayanarak çok daha doğru ve etkili şekilde sürdürebildiklerini ifade eden Tomar, “Elbette şunun altını çizmem gerekiyor. Kuzey Amerika coğrafyasındaki bu sistem tek başına emlakçıların başardığı bir sistem değil. Bu 50 yıllık veri tabanı emlakçılar, encümenler, değerleme ve ipotek uzmanı gibi birçok meslek gurubunun ortak çalışması sonucu ortaya çıkmıştır” diye konuştu.
‘Türkiye’de de benzeri yapılabilir’
Türkiye’de de belediyeler, değerleme uzmanları, ipotek uzmanları ve emlakçıların ortak kuracağı bir çatı örgütün Kuzey Amerika’daki benzer veri deposunu rahatlıkla oluşturabileceğine inandığını dile getiren Tomar, “Ortak paydaşlarımız sadece emlak teşkilatları değildir, gayrimenkul işlemleri ile alakalı bütün meslek gruplarıdır. Böyle bir veri tabanı kamu kurumları ve özel sektörün birbirini tamamlamasının yanı sıra, dijital veride zenginliği, bu verilere erişim kolaylığı sağlayacak. İnternette mevcut dolaşımda bulunan ya da silinmiş veriler, belediyelerin son 50 yıldaki bilgilerin senkronize edilmesi önemli bir veri bankasının oluşturulması için yeterli olacaktır” dedi.
‘Kaliteyi artıracak’
Tomar, yapılacak çalışmalarla verinin merkezileşmesi karar mekanizmasını da merkezileştireceğine dikkat çekerek şunları söyledi: “Bu da, meslek grubu teşkilatlara üyeler üzerinde sertifikasyon, zorunlu eğitim, aidat toplama, mesleki etik kuralların hayata geçirilmesi ve bunların düzenlenmesi yetkisini artıracaktır. Emlak sektöründeki mevcut dağınıklık mesleki paydaşlarlarla yapılacak iş birliği sayesine rahatlıkla aşılabilir ve böylesi bir ortak çalışma ile büyük bir veri bankası sahibi olabiliriz. İlgili meslek gruplarından bir çalıştayın kurulması zaruridir. Geleceğe sahip çıkmak büyük veri deposuna (BIG DATA) hükmetmektir.”

Influencer Marketing’de Başarı İçin Üç Kural: Hedef Kitle Analizi, Doğru Influencer ve Bütçe Yönetimi

Influencer marketing sektörünün dünyadaki büyüklüğünün 10 milyar doları bulduğunu belirten SEM Genel Müdürü İhsan Ceyhan Solak, sektörün 2021’de 15 milyar dolara ulaşacağını belirtti. Solak, markaların influencer marketing yaparken mikro influencer’ları daha çok tercih ettiğini belirterek, başarının hedef kitleye odaklanmakla geldiğini anlattı. Solak “Influencer marketing yaparken doğru seçimler ve detaylı analiz ile bütçe kullanımı en önemli konulardır, markalar ‘bu aralar’ moda oldu diye influencer marketing yaparlarsa, istenen sonuçları alamazlar” dedi.

Influencer Marketing sektörü, Covid-19 ile beraber dünyanın eve kapanması sürecinde sosyal medyaya olan ilgilinin yüzde 70 oranında artması ve kişilerin dünya genelinde ortalama 6 saatini internette geçirmesiyle beraber hızlı bir yükseliş kaydetti. Verilere göre; influencer marketing sektörü dünya genelinde son 5 yılda 6 kat büyüdü ve 10 milyar dolarlık hacme ulaştı. Uzman değerlendirmelerinde ise, sektörün online hayatın hızlanarak devam ettiği 2021 yılında da yükselişini sürdürerek, 15 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşacağı belirtildi. SEM Genel Müdürü İhsan Ceyhan Solak, influencer marketing alanında fenomen sayısının dünya genelinde 38 milyona ulaştığını ifade etti. Her geçen gün influencer sayısının arttığını kaydeden Solak, şu bilgileri verdi:

10 Yıldır Influencer Marketing Var

“Influencer marketing hayatımıza gireli 10 yıl oldu. Bugün ulaştığımız noktada bilgilerimizi yeniden ele almak, sektörü doğru değerlendirmenin en önemli kaynağını oluşturuyor: Influencer marketing; özel takipçi kitlesine sahip ve kendi alanında uzman olan kişilerin onayını alan ürünü takipçilerine anlatmalarıyla meydana gelen bir pazarlama çeşidi. Peki, bu çalışma nasıl gerçekleşiyor? Öncelikle influencer marketing yaparken şunları sormak lazım: Nasıl bir strateji uygulayacağım? Medya planlama süreci, benim pazarlama alanımda nasıl bir rol oynayacak. Bu sürece ne kadarlık bir bütçe ayıracağım? Hangi hedefleri koyacağım? En önemlisi de hangi fenomen ile çalışacağım ve kampanyayı nasıl kurgulayacağım? Bu sorular, influencer marketing yapmak isteyen tüm markaların aklını meşgul ediyor. Ama yanıtlarını bulmak o kadar zor değil. Önemli olan, influencer marketing yapmanın alfabesini bilen kuruluşlardan destek almaktır. Bu da, beraberinde başarıyı getirecek.”

Planlama Yapmak Çok Önemli

Influencer marketing yaparken stratejiyi doğru belirlemenin çok önemli olduğunun altını çizen SEM Genel Müdürü İhsan Ceyhan Solak, “Influencer marketing yaparken dijital etkileşim kanalına uygun strateji, bütçe uygulaması ve bu çalışmanın sonuçlarının ölçümlenmesi oldukça önemli. Bu çalışmayı yaparken, dijital kanallar hem kendi içinde bağımsız olmalı, hem de diğer pazarlama kanalları ile uyumlu şekilde hareket etmeli. Doğru yapılmış bir medya planı da bu influencer marketing çalışmasına değer katacaktır. O nedenle en önemli şey güçlü bir strateji oluşturmaktır. Günün sonunda ulaşmak istediğiniz amaç net ve tanımlı olmalı. Sadece ‘bu aralar’ moda oldu diye influencer marketing yapmak, istenen sonuçları vermez” dedi.

Ürün ile ilgili farkındalık yaratmanın önemine değinen Solak, “Bunu influencer marketing sisteminin tüm birleşenlerini yerine getirerek yapabilirsiniz. Önemli olan lansman sürecinizi desteklemek, kampanya döneminizi duyurmak, özel gün satışlarınızı arttırmak, satışları iyi giden bir ürününüzü daha fazla desteklemek, rekabete açık olan ürününüzün değerlerini hedef kitleye hatırlatmaktır. Bu alanda da influencer marketing’i kullanmak geriyor. Bugün iyi bir medya planlaması yapılarak başarıya ulaşmak mümkün” diye konuştu.

Hedefi Doğru Belirleyin

Global çapta yapılan influencer marketing çalışmasını incelemek, bu işi yapan ekiplerden görüş almak ve tahminlere dayalı çalışmalar yapmanın başarıyı yakalamak için yeterli olmayacağını anlatan İhsan Ceylan Solak, başarılı bir influencer marketing kampanyası için şu önerilerde bulundu:

“Influencer marketing çalışmasını tek başına yani profesyonel yardım almadan yapmaya çalışan markalar görecekler ki, bu alanda ulaşmaya çalışacakları sonuç verileri oldukça kısıtlı. Önemli olan işin profesyonelleriyle çalışmaktır. Türkiye’de influencer marketing bütçeleri, markaların tanıtım bütçelerinin yüzde 20’sine ulaşmış durumda. Özel gün ve dönemlerde bu oran yüzde 35’lere ulaşıyor. Birçok farklı kanalda influencer marketing çalışması yapılıyor. Önemli olan başarılı bir influencer marketing çalışması için, hedefi doğru belirlemektir. Markalar hedeflerine giden yolun uzun olduğunu bilmeli; sabırlı davranmalı. Ürün lansmanı için erişim hedefi koyarken, stoğu fazla olan ürünler için satış hedefi belirlenmeli, dijital mecralarının öne çıkarılması için de etkileşim hedefi koyulmalı. Bütçeleme bunlara göre doğru yapılmalı.”

Mikro Fenomenler Tercih Sebebi

Influencer marketing çalışmalarında fenomen seçiminde markaların kafasının karışık olduğunu anlatan Solak, “Markalar ‘Kimi seçmeliyim, takipçi sayısı çok olanı mı yani makro denilen 500 bin ile 1 milyon takipçisi olan influencer’ı mı, yoksa mikro denilen 15 binden küçük ama belli bir kitleye seslenen influencer’ı mı’ diye düşünüyorlar. Bu sorular bitmiyor. Önemli olan markanıza ve kendinize uygun influencer seçiminden önce, hedef kitlenin marketing çalışmasını yapacağınız zaman o çalışmaya uygun olup olmadığını bilmektir. Sonuçta, hedef kitlenizi onlar oluşturuyor. Takipçi sayısı gibi veriler kampanyanızla ilgili sorulara ışık tutabilir ama hedef kitlenin davranışlarını bilmek, makro ya da mikro fenomenden mi etkilendiklerini anlamak başarıyı getirecektir” diye konuştu.

Markaların mikro fenomenleri daha fazla tercih ettiğini anlatan SEM Genel Müdürü İhsan Ceyhan Solak “Çünkü markalar tanıtacakları özel ürünün değerinin korunmasını istiyor. Araştırmalar da mikro fenomenlerin makro fenomenlere göre Instagram’da 3, Youtube’da 4 kat daha fazla etkileşim aldığını ortaya koyuyor. Ayrıca birden fazla platformda yer alan bir fenomen ile influencer marketing yapıldığında ise TikTok Youtube’dan 10 kat, Instagram’dan ise 5 kat daha fazla etkileşim alıyor” dedi. Kampanyaların konusunda uzman ekiplerce yapılmasının markanın kazandığı bir marketing çalışması olduğunu anlatan Solak “Fenomen kendi kitlesini en iyi bilen, o kitle ile günden güne geliştirdiği iletişimin alt yapısına sahip tek kişi. O kişi, kitlesine uygun bir kurguyu ‘doğal’ yollardan üretebilmeli. Üretebiliyorsa siz de onunla çalışmalısınız. Bırakın işini yapsın. Marka renkleri ile onları giydirmek, marka söylemleri ile konuşturmak, marka imajına sokmak bu işi sıradan bir reklamdan bir adım öteye geçiremez. Influencer marketing’de veri analizi yaparak arama ağı reklamları çıkmak, video reklamları yayına almak, yeniden pazarlama faaliyetlerini planlamak markaları daha başarılı kılacaktır. Araştırmalarımız influencer marketing faaliyetlerinin sadece kampanya dönemlerinde değil, sürekli iletişim ile devam etmesi, kitlelerin söylemlerinizi içselleştirmesinde önemli rol oynadığını gösteriyor. Henüz markaların sadece üçte biri sürekli iletişim planını hayata geçirebiliyor” ifadelerini kullandı.

Profesyonel Destek Alınmalı

Influencer marketing hizmeti veren ajanslar ve platformların sayısının dünya genelinde 5 yıl önce 190 olduğunu ama bugün 1.500 oyunculu bir sektöre dönüştüğünü anlatan Solak, Türkiye’de de bağımsız ajansların sayılarının her geçen gün arttığını belirtti. Solak “Influencer marketing çalışmasını markalar kendi ekipleriyle yapmak yerine bu işin uzmanı ekiplerle yaparlarsa daha yüksek başarıya ulaşabilirler. Bu sayede markalar kampanyalarını ‘tecrübe’, ‘analiz kabiliyeti’ ve ‘dijital olgunluk’ incelemeleriyle yapmış olurlar. Başarı ile teslim edilen ve analizlerinin doğru kaydedildiği her kampanya bir sonraki için altın değerinde iç görü sunar. Daha da önemlisi influencer marketing kampanyalarını, diğer dijital pazarlama kanallarına entegre edebilme yetisi markaların rekabetteki en önemli sırrını ortaya koyuyor. SEM olarak tüm bu konularda müşterilerimize en iyi deneyimi sunmak için çalışıyoruz” dedi.

Girişim yatırımları rekor üstüne rekor kırıyor

Young business team watching for new presentation
Young business team watching for new presentation, teamwork. Project start up, adherents cooperation

KPMG Türkiye, 212 iş birliği ile hazırladığı ‘Türkiye Start-up Yatırımları Raporu’nu açıkladı. Rapora göre 2020 yılında girişimlerin aldığı yatırımlar bir önceki yıla göre yüzde 35 artarak 143 milyon dolar işlem hacmiyle, Türkiye girişim ekosisteminin tarihi rekoruna imza attı. Start-up’ların hisse satışları da dahil edildiğinde ise 2020 yılında toplam işlem hacmi 2,3 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. 

KPMG Türkiye, 212 iş birliği ile ‘Türkiye Start-up Yatırımları Raporu’nun ikincisini açıkladı. Girişim ekosisteminin 2020 yılındaki performansını değerlendiren rapor, pandemi sonrası yükselen dijital platformlara ilginin devam ettiğini ortaya koyuyor. Rapora göre Türkiye girişim ekosistemi tarihinin en yüksek yatırım faaliyetine tanık oldu. 2020 yılındaki toplam 143 milyon dolarlık start-up yatırımları, 2019 yılındaki yatırım tutarının yüzde 35 fazlası. 2020’de Türkiye’de yatırım ve hisse satışları dikkate alındığında yıldızı en çok parlayan girişimler oyun alanındaki start-up’lar oldu.

KPMG Türkiye Birleşme ve Satın Alma Danışmanlığı Lideri Gökhan Kaçmaz, Türkiye girişim ekosisteminde 2020’deki faaliyetlerin tarihi bir rakama ulaştığını belirterek, “VC yatırımcıları ve melek yatırımcılar tarafından 155 start-up’a yapılan toplam 143 milyon dolarlık yatırım ile 2019’a göre yüzde 35 artışla daha önce görülmemiş seviyede yatırım faaliyetine tanık olduk” dedi.

Kaçmaz, yatırımlarla ilgili şu bilgileri verdi:

“2020’de Türkiye yatırım ve start-up ekosistemi tarihinin en yüksek geç dönem VC yatırımları gerçekleşti. 2020’de Geç Dönem VC yatırımları 42 milyon dolar seviyesine ulaştı. Yatırım seviyesi 2019’da 7 milyon dolar, 2018’de ise 15 milyon dolar seviyesinde kalmıştı. Bu durum girişimcilere ekosistemin belli bir olgunluğa ulaştığı mesajını veriyor. Önümüzdeki yıllarda yeni girişimlerin de etkisiyle hem büyümeye devam eden, hem de olgunlaşan bir girişim ekosistemi ile Türkiye, ekosisteme değen tüm paydaşları umutlandırmaya devam ediyor. Güncel trendler, Türk start-up’larının geç dönem yatırımlarını öncelikle küresel yatırımcılardan aldıklarını gösterirken, yerli yatırımcılarının büyük bir kısmı erken dönem start up’lara yöneliyor.”

212’nin kurucu ortağı Ali Karabey ise 2020 yılını şu şekilde değerlendirdi:

“Türkiye’de girişimlere yapılan yatırımlar 2020’de tüm zamanların rekorunu kırdı. 2020’de 155 girişim 143 milyon dolar yatırım aldı. Bu girişimler arasında en çok yatırım alan dikeyler Yazılım, Finans, Sağlık ve Yapay Zeka Teknolojileri oldu. Türkiye, pandemi döneminde ilk unicorn’unu çıkararak zor zamanlarda bile başarılara imza atabileceğini kanıtladı.”

Türkiye Start-up Yatırımları Raporu’na göre yıl içindeki önemli hareketler şöyle:

Getir, Ocak 2020’de tamamladığı yatırım turu ile 25 milyon doları Silikon Vadisi yatırımcısı Michael Moritz’den olmak üzere toplam 38 milyon dolarlık yatırım topladı.

212’nin portföy şirketlerinden Insider, 2020’de Sequoia Capital, Riverwood Capital, Endeavor Catalyst ve Wamda Capital’den almış olduğu 32 milyon dolarlık yatırım ile hem tüm girişimler içerisinde öne çıktı, hem de SaaS (hizmet olarak yazılım) sektöründeki toplam yatırım tutarının büyük çoğunluğunu oluşturdu.

ABD’de en çok indirilen 10 meditasyon uygulamasından biri olmayı başaran sağlık teknolojisi girişimi Meditopia, 60 milyon dolarlık değerleme ile kurumsal ve bireysel yatırımcılardan toplam 15 milyon dolarlık yatırım aldı.

Oyunlar zirvede

2020 yılında en fazla yatırım çeken ana dikeyler Oyun, Retailtech (perakende teknolojileri) ve Fintech olurken işlem adeti bakımından ise en çok işlemin gerçekleştiği dikeyler SaaS, Fintech ve Healthtech (sağlık teknolojileri) oldu. Bununla birlikte hem 2019 hem de 2020’de yeni kurulan start-up’lar arasında en büyük payı oyun alanındaki start-up’lar aldı. Bunda sene içerisinde Amerika kökenli oyun şirketi Zynga’nın sırasıyla yaptığı Peak Games (1,8 milyar dolar) ve Rollic Games (168 milyon dolar) satın alımların potansiyel etkisi bulunuyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, GİGDER’in uluslararası dijital dergisi ‘Explore Turkish Realty’nin 3. sayısına konuştu

Kurum: “Şehircilik anlayışımızla dünyaya ev sahipliği yapmaya hazırız”

GİGDER, Türkiye gayrimenkul sektörünün yurt dışındaki tanınırlığını artırmak amacıyla Türkçe ve İngilizce olarak üç aylık periyotlarla hazırladığı uluslararası dijital dergisi Explore Turkish Realty’nin 3. sayısını yayınladı. Derginin bu yeni sayısında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, konutların, sosyal ve kamusal alanların ‘geleceğe hitap eden şehircilik anlayışıyla’ nasıl tasarlandığını anlattı

Konut çevresine serpiştirilmiş donatı anlayışı yerine donatı merkezli bir konut anlayışını benimsediklerini kaydeden Kurum, “Ekolojik koridorlarıyla, millet bahçeleriyle, afetlere dayanıklı sosyal donatı merkezli konut ve akıllı şehir projeleriyle dünyada örnek bir şehircilik çalışması yürütüyoruz. Pandemi sonrası süreçte Türkiye, istikrarlı kalkınmanın üssü olmaya devam edecek. Geleceğe hitap eden şehircilik anlayışıyla dünyaya ev sahipliği yapmaya hazırız” dedi

Gayrimenkul Yurt Dışı Tanıtım Derneği (GİGDER), Türkiye gayrimenkul sektörünün yurt dışındaki tanınırlığını artırmak amacıyla Türkçe ve İngilizce olarak üç aylık periyotlarla hazırladığı uluslararası dijital dergisi Explore Turkish Realty’nin 3. sayısını yayınladı. GİGDER, Türkiye gayrimenkul sektörüyle ilgili en doğru ve güncel verileri paylaşmanın yanı sıra sektörle ilişkili olan inşaat, sağlık, turizm gibi pek çok alandaki yenilikleri ve güncel haberleri okurlarıyla buluşturan derginin bu yeni sayısının kapağına Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’u taşıdı.

Türkiye’nin 81 ilinde ‘yaşanabilir, güvenli ve sağlıklı’ şehirler kurmak için bir dizi adım atan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çevreye duyarlı ve insan odaklı stratejilerle 2021 yılına girdiğini kaydeden Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, meydanların, konutların, sosyal ve kamusal alanların ‘geleceğe hitap eden şehircilik anlayışıyla’ nasıl tasarlandığını Explore Turkish Realty’ye anlattı.

25 milyar liralık kentsel dönüşüm planı

Ekolojik koridorlarıyla, millet bahçeleriyle, bisiklet ve yürüyüş yollarıyla, yatay mimarisiyle; afetlere dayanıklı sosyal donatı merkezli konut ve akıllı şehir projeleriyle dünyada örnek bir şehircilik çalışması yürüttüklerini kaydeden Kurum, “2012 yılından bu yana 1.5 milyon konutun dönüşümünü tamamladık. Yine her yıl 300 bin riskli binanın dönüşümünü gerçekleştiriyoruz. Şu anda Türkiye genelinde, sahada yatırım değeri 81 milyar lira olan 272 bin dönüşüm konutumuzun inşası devam ediyor. Bu yıl ise toplam bedeli 25 milyar lira olan 80 bin konutluk kentsel dönüşüm ve sosyal konut projemize başladık” dedi.

Akıllı Şehirler Eylem Planı ile hareket ediyoruz

Geleceğin ‘akıllı şehirleri’ni inşa ettiklerini belirten Kurum, “Covid-19 salgını gibi şehir yaşamını olumsuz etkileyen salgın hastalık ve diğer muhtemel sorunları sistematik ve sürdürülebilir bir şekilde öngörüyor ve çözümler üretiyoruz. 2019 yılında kamuoyu ile paylaştığımız Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Planımızla; trafik kontrol sistemlerinden enerji ve atık yönetimine, hava kirliliğinden gürültü kirliliğine, su israfından ulaşım sistemlerine kadar şehir yaşamına dair her şeyi akıllı sistemlerle donatıyoruz. İstanbul’un dönüşümü için çok önemli olan ve Esenler ilçemizde başlattığımız 60 bin konutluk dev kentsel dönüşüm projemizi de akıllı şehir konseptinde tasarladık” diye konuştu.

Millet bahçeleri, ekolojik koridorlarla entegre olacak

Türkiye’nin 81 iline 81 milyon metrekare millet bahçesi projesini 2023 yılında bitirmeyi planladıklarını açıklayan Kurum, “Şu anda 78 ilimizde 50 milyon metrekare büyüklüğünde 278 millet bahçesi yapıyoruz. Bu millet bahçelerinden 42’sinin yapımını tamamladık. Yine ilk etapta 22 ilimizi kapsayacak şekilde içerisinde bisiklet ve doğal yürüyüş yollarının olduğu, insanların doğayla iç içe olacağı ekolojik koridorlar projemiz hızla devam ediyor. Bu projemiz kapsamında Ankara’dan; Karadeniz’de Kızılırmak Deltasına, Ege’de Foça’ya, Akdeniz’de Patara’ya ve Doğu Anadolu’da Van Gölüne kadar gidecek 4 ekolojik hat oluşturacak ve ülkemizi başta başa yeşil ağlarla öreceğiz. Yerelde de millet bahçelerini ekolojik koridorlarla entegre hale getireceğiz” değerlendirmesini yaptı.

Bakanlık olarak konut çevresine serpiştirilmiş donatı anlayışı yerine donatı merkezli bir konut anlayışını hakim kılmak için çaba gösterdiklerini kaydeden Kurum şöyle devam etti: “Türkiye, gayrimenkulde gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıların pandemi koşullarına rağmen güven duyduğu bir ülke olmuştur. Pandemi sonrası süreçte de Türkiye her zaman olduğu gibi istikrarlı kalkınmanın üssü olmaya devam edecektir. Yeniden şekillenen dünya ticaretinin finans, lojistik ve ulaşım gibi alanlardaki en önemli merkezi olarak yabancı yatırımcının da gözdesi olacaktır. Tarihinde her zaman birçok medeniyete ev sahipliği yapmış kadim şehirlerimiz, bugün de tarihi ve kültürel dokusuyla, geleceğe hitap eden şehircilik anlayışıyla tüm dünyaya ev sahipliği yapmaya hazırdır.”

Explore Turkish Realty’de hangi konular ele alındı?

Türkiye gayrimenkul sektöründeki gelişmelerin yanı sıra Türkiye ekonomisi, uluslararası yatırımcı davranışları, Türkiye’deki yaşam koşulları ve ülkemizde yaşamanın avantajları hakkında bilgilere de yer verilen Explore Turkish Realty’nin 3. sayısında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un yanı sıra İNDER, KONUTDER, GİSP ve GİGDER başkanları ile TDUB, Re-Pie, Servotel ve GİGDER üyesi gayrimenkul şirketlerinin önde gelen temsilcileri, röportaj ve köşe yazılarıyla sektörün 2021 vizyonuna ışık tuttu. Dergide gayrimenkul yatırım fonları, yabancı gayrimenkul yatırımcılarının eğilimleri ve İstanbul’da mülk edinme aşamaları gibi önemli konular, hem GİGDER araştırmaları hem de İstanbul Üniversitesi ve TSKB Gayrimenkul Değerleme gibi kurumların akademik ve uzman kadrolarının değerlendirmeleriyle ele alındı. Ayrıca Türkiye’den ekonomik gelişmeler ile GİGDER’den kurumsal haberlerin de yer aldığı dergide İzmir, tüm detaylarıyla yabancı yatırımcılara tanıtılan bir rota oldu.

Sektörü ve Türkiye’yi uluslararası arenada tanıtarak farklı bölgelerden yatırımcıları ülkemize çekmeyi misyon edinen Explore Turkish Realty dergisinin sayılarına https://www.exploreturkishrealty.com/dergiler/ linkinden ulaşılabiliyor.

2021’de Güneş Enerjisine 40 Milyon Dolarlık Proje Hedefi

Dünya’daki ve Türkiye’deki enerji ihtiyacı gün geçtikçe artış göstermeye devam ediyor. Son yıllardaki teknolojik gelişmelerle beraber, güneş enerjisi sistemlerinin evlerde kullanımı da yaygınlaşıyor. Bu kapsamda, TEİAŞ’ın açıkladığı verilere göre 2021 yılı şubat ayı itibariyle güneş enerjisinin, üretilen toplam elektrik enerjisi içindeki payı yüzde 3,39 oldu. Kurulu gücün, toplam elektrik enerjisi içindeki payı ise yüzde 7,03 olarak gerçekleşti. Ayrıca veriler, 2021 şubat ayında üretilen enerjinin toplam elektrik enerjisi içindeki payının 2020’nin aynı ayına oranla yüzde 2,44’ten yüzde 4,09’a yükseldiğini ortaya koydu. Bu kapsamda, 2020’de güneş enerjisine 3 milyon euroluk yatırım yapan Evcil Solar’ın, 2021 yılında 40 milyon dolarlık proje hedefi bulunuyor.

Konuyla ilgili, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verileri de, güneş enerjisinin 2030 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklarında yüzde 7, 6’lık oran ile en hızlı büyümeye sahip enerji kaynağı olacağını öngörüyor.

Türkiye’de, enerji ithalatı için 2018’de 43 milyar dolar, 2019’da 41.1 milyar dolar ödenirken, 2020’de enerji ithalatı faturası 30 milyar doların altına düştü. Ayrıca, son 2 yılda 262 milyar kWh mertebesindeki yenilenebilir kaynaklı elektrik üretiminde yaklaşık 12 milyar dolarlık enerji ithalatının önüne geçildi.

ELEKTRİK FATURASINDAN YÜZDE YÜZ KAR 

Güneş enerjisine yatırım yapmanın hem karlı hem de Türkiye’nin enerji politikaları için çok önemli olduğuna dikkat Evcil Group bünyesinde bulunan EVCİL Solar Enerji şirketinin Genel Müdür’ü Mustafa Evcil, “Güneş enerjisi, sınırsız ve tükenmeyen bir enerji türü olup, yenilenebilir enerji kaynakları içinde de en düşük işletme maliyeti olması sebebi ile en büyük potansiyele sahip kaynaktır. Güneş enerjisinin kullanım alanları arasında doğrudan elektrik üretimi vardır. Türkiye’nin coğrafi koşulları dikkate alındığında diğer santrallerden farklı olarak güneş sistemlerinin küçük ya da büyük kapasiteler olarak her yere kurulabilme şansı vardır. Firmalarınızın çatısı, yüzde 100 elektrik tasarrufunun yanında sizlere ek kazanç da sağlayabilir. Bir başka deyişle, firma hem elektrik faturası ödemiyor hem de nakit akışı sağlıyor. Finansman tarafında ise leasing firmaları ve bankalar, firmanın durumuna göre bütçeye öz sermaye ve kredi sağlayabiliyor. Biz de, bu sistemi bankalar aracılığıyla her firmaya yüzde yüz leasing sağlayacak bir modele getirdik. Yani müşterinin cebinden hiç para çıkmadan, biz ekstra olarak firmanın çatısına güneş enerjisi sistemini yapabiliyoruz. Günümüzde enerjide bağımsızlık ekonomik bağımsızlık için en önemli adımdır.” diye konuştu.

Yerli Yatırımcıların Hisse Senedi Varlıkları Bir Yılda Yüzde 120 Büyüdü

Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği tarafından açıklanan 2021 yılı Şubat ayı verileri; yerli yatırımcıların finansal varlıklarının son bir yılda yüzde 35,3 büyüyerek 5,2 trilyon liranın üzerine çıktığını ortaya koydu. TSPB verilerine göre, son bir yılda yerli yatırımcıların hisse senedi varlıkları ise yüzde 120 büyüyerek 2021 yılı Şubat ayı sonunda 414,6 milyar liraya çıktı.

Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği (TSPB), 2021 yılı Şubat ayı özet finansal piyasa verilerini açıkladı. TSPB tarafından açıklanan veriler, son üç ayda yaşanan gerilemeye rağmen yurtiçi yerleşiklerin (yerli yatırımcılar) finansal varlıklarında son bir yılda önemli bir artış yaşandığını ortaya koydu. TSPB verilerine göre, 2020 Şubat ayında 3,8 trilyon lira olan yerli yatırımcıların finansal varlıkları, yüzde 35,3 oranında artarak 2021 Şubat ayında 5,2 trilyon lira oldu. TSPB’nin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ve Merkezi Kayıt Kuruluşu (MKK) kaynaklarından derleyerek hazırladığı 2021 yılı Şubat ayı özet finansal piyasa verileri, son bir yılda yerli yatırımcıların finansal varlıklarında en yüksek artışın ise sermaye piyasası varlıklarında yaşandığını gösteriyor.

Faizlerdeki düşüş, artan dijital olanakların etkisiyle yerli yatırımcıların tarihi rekor seviyelerde artan ilgisi ve Borsa İstanbul’da yaşanan yükselişle, son bir yılda yurtiçi yerleşiklerin finansal varlıkları içerisinde en hızlı büyüme, hisse senedi piyasasında yaşandı. TSPB verilerine göre, geçen yıl Şubat ayı sonunda 188.7 milyar lira olan yerli yatırımcıların hisse senedi varlıkları, yüzde 120 oranında artarak 2021 yılı Şubat ayı sonunda 414,6 milyar liraya çıktı. Bu tutarın 118 milyar lirası kurumsal, 232 milyar lirası ise bireysel yatırımcılara ait. Yaşanan bu artışla bir yılda yerli yatırımcıların hisse senedi varlıklarının, toplam varlıkları içerisindeki payı da yüzde 5’ten, yüzde 8’e yükseldi. 2020 yılı Şubat ayı sonunda 1,3 milyon olan Borsa İstanbul hisse senedi piyasasında bakiyeli yatırımcı sayısı, 2021 yılı Şubat ayı sonunda 2,1 milyona çıktı. TSPB verilerine göre, 2020 yılı Şubat ayında 593 bin olan hisse senedi piyasasında aktif işlem yapan yatırımcı sayısı ise bu yılın Ocak ayında 1,6 milyonun üzerine çıktı.

Sermaye piyasası varlıklarının payı yüzde 39’a çıktı 

TSPB tarafından açıklanan verilere göre, son bir yılda hisse senedi varlıklarının ardından en hızlı artış, varlığa dayalı menkul kıymet ve varlık teminatlı menkul kıymetlerde yaşandı. Geçen yıl Şubat ayında 20,3 milyar lira olan yerli yatırımcıların varlığa dayalı menkul kıymet ve varlık teminatlı menkul kıymet varlıkları, yüzde 65,4 oranında artarak 33,6 milyar liraya çıktı.

TSPB verileri, son bir yılda hisse senedi, varlığa dayalı menkul kıymet, varlık teminatlı menkul kıymet, özel sektör borçlanma aracı, devlet iç borçlanma senetleri, varant ve sertifikadan oluşan sermaye piyasası varlıklarının, diğer finansal varlıklara göre daha hızlı arttığını gösteriyor. Bu artışla geçen yıl şubat ayında yüzde 35,6 olan yurtiçi yerleşiklere ait sermaye piyasası ürünlerinin yurtiçi yerleşiklere ait toplam finansal varlıkları içerisindeki payı, 2021 yılı Şubat ayı itibariyle yüzde 39,1’e yükseldi.

Yurtiçi yerleşiklerin varlıkları DTH’larla geriledi

Yıllık bazda yaşanan artışa karşın TSPB verileri, Türkiye’de yerleşik kurumsal ve bireysel yatırımcıların finansal varlıklarında 2020 yılı Aralık ayında başlayan düşüşün 2021 yılı Şubat ayında da devam ettiğini ortaya koyuyor. Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği verilerine göre, 2020 Kasım ayı sonu itibariyle 5,3 trilyon liraya ulaşan yurtiçi yerleşiklerin finansal varlıkları, üç aylık dönemde yaklaşık 97 milyar lira değer kaybederek 2021 yılı Şubat ayında 5,2 trilyon liraya geriledi. TSPB verilerine göre, yurtiçi yerleşiklerin finansal varlıklarında yaşanan gerilemeye, 2020 Kasım sonundan itibaren dövizin hızla gerilemesinin de etkisiyle değer kaybeden döviz tevdiat hesaplarında (DTH) yaşanan düşüşün neden olduğu görülüyor. Geçen yıl Kasım sonu itibariyle yaklaşık 1.8 trilyon lira olan yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat hesaplarındaki varlıkları, 2021 Şubat sonu itibariyle 1.6 trilyon liraya geriledi.

Yabancı yatırımcıların varlıklarında sınırlı artış

Öte yandan Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği tarafından açıklanan 2021 yılı Şubat ayı özet finansal piyasa verileri, yurtdışı yerleşiklerin (yabancı yatırımcılar) finansal varlıklarında, yerli yatırımcıların varlıklarına kıyasla daha düşük düzeyde büyüdüğünü gösteriyor. Geçen yıl Şubat ayı sonunda 498.7 milyar olan yurtdışı yerleşiklerin finansal varlıkları, yüzde 18.8 oranında artarak 592.6 milyar liraya çıktı. TSPB verileri, söz konusu dönemde yabancı yatırımcıların hisse senedi varlıkları, yüzde 31,7 büyüyerek 259 milyar liradan, 340 milyar liraya çıktığını gösteriyor. Yabancı yatırımcıların 2020 yılı Şubat ayı sonunda 77 milyar lira olan devlet iç borçlanma senetleri varlığının değeri, pandeminin başladığı 2020 Mart ayından itibaren düşüşe geçerek Eylül ayı sonunda 41 milyar liraya gerilemişti. Ancak Ekim ayında az da olsa artışa geçen ve Merkez Bankası’nın faizleri artırdığı Kasım ayından itibaren hızlanan yabancı yatırımcıların devlet iç borçlanma senetleri varlığı, 2021 yılı Şubat ayı sonunda 74 milyar liraya yaklaştı.

Finansal Varlıklar (Milyon TL) 2020/2   2021/2
Yurtiçi Yerleşikler Toplam 3.837.578 5.192.545
TL Mevduat* 1.239.529 1.525.233
Döviz Tevdiat Hesabı* 1.230.230 1.632.038
Devlet İç Borçlanma Senedi 832.400 1.162.515
Eurobond (Kamu) 179.825 253.027
Eurobond (Özel) 49.253 74.783
Pay (Hisse) Senedi 188.713 414.559
Özel Sektör Borçlanma Aracı 97.038 96.626
VDMK+VTMK 20.283 33.563
Varant + Sertifika 306 201

*Katılma hesapları dâhildir.

Ayrıntılı bilgi için:

Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği’nin özet finansal piyasa verilerine https://www.tspb.org.tr/tr/veriler/ Sermaye Piyasası Özet Verileri (2011-) adresinden ulaşabilirsiniz.

Telefonunuzu Satarken Kişisel Verilerinizden Olmayın

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte akıllı telefonlara eklenen yeni özellikler, tüketicilerin her geçen gün bir üst modeli talep etmesine neden oluyor. Ancak yeni özelliklerin ve artan döviz kurlarının, akıllı telefon fiyatlarını etkilemesi sebebiyle tüketicilerin ikinci el telefon alım ve satımına yönlendiğine dikkat çeken Veri Kurtarma Hizmetleri Genel Müdürü Serap Günal, kullanıcıların telefonlarını satışa çıkarmadan önce dikkat etmeleri gereken 5 noktayı sıralıyor.

Teknolojinin günden güne gelişmesiyle birlikte akıllı telefonlara eklenen yeni özellikler, tüketicilerin halihazırda kullandığı akıllı cihazlar yerine bir üst modeli talep etmesine neden olurken akıllı telefon fiyatlarını da etkiliyor. Geliştirilen yeni teknolojik özelliklerin ve artan döviz kurlarının etkisinde kalan telefon fiyatlarındaki artış nedeniyle ise tüketiciler, daha yeni ve daha teknolojik cihazlar satın almak için eski cihazlarını ikinci el olarak satmayı tercih ediyor. Kişisel verilerin satılabilen, satın alınabilen ve bunlardan kar elde edilebilen bir olgu haline geldiği bir çağda kullanıcıların, gizlilik ve veri ihlali konusunda daha bilinçli hale gelmesi gerektiğini belirten Veri Kurtarma Hizmetleri Genel Müdürü Serap Günal, veri ihlali yaşamak istemeyen kullanıcılara telefonlarını satışa çıkarmadan önce dikkat etmeleri gereken 5 önemli ipucu veriyor.

1. Telefonunuzu yedekleyin. Telefonu satmadan önce tüm verilerinin yedeklenmesi, kullanıcılara ait verilerin yeni cihaza aktarılmasını kolaylaştırıyor. Iphone kullanıcıları telefonunun ayarlar kısmından iCloud’a gelerek depolama ve yedekleme seçeneğine tıklayıp, yedekle işlemi ile verilerini bulut sistemine aktarabilirken Android kullanıcıları ise verilerini bilgisayara aktarmak için bir USB kablosu kullanabilir ya da Android cihazlar için tasarlanan yedekleme uygulamalarından faydalanabilir.

2. Hesaplarınızı devre dışı bırakın. Tüm verilerin yedeklenmesinden sonraki adımda ise telefonunuzdaki hesapları devre dışı bırakmak yer alıyor. Bu şekilde satılan mobil cihazın yeni sahibi, telefonu kendi kişisel bilgileriyle etkinleştirme konusunda herhangi bir problem yaşamıyor. Bu adımın kullanılmış bir iPhone için çok önemli olduğunu belirten Serap Günal, iOS 12 veya üstü bir iPhone satmayı veya takas etmeyi planlayan kullanıcıların, iPhone’da bulunan etkinleştirme kilidinin kapalı olduğundan emin olmaları gerektiğini hatırlatıyor. iPhone kullanıcılarının, verilerini yedekledikten sonra cihazlarını hem iCloud’a hem de iTunes’a kaydetmeleri gerekiyor. Cihazı iCloud ve iTunes’a başarıyla kaydeden kullanıcıların, sonrasında telefonun tüm içeriğini silmesi gerekiyor. Android kullanıcıları ise telefonu sıfırlamadan önce Google hesabı altında yer alan hesabı kaldır seçeneğini tıklayarak süreci çözebiliyor.

3. Verileri silmeden önce şifreleyin. Verilerin şifreleme anahtarı olmadan erişilemez bir hale gelmesi için mobil cihazlardaki verileri silmeden önce güvenli bir şekilde şifrelenmesi gerekiyor. iPhone verileri varsayılan, Android verileri ise manuel olarak şifrelenebiliyor. Kullanıcılar bu özelliği ayarlar – güvenlik başlığı altında bulunan cihazı şifrele seçeneğine dokunarak yapabiliyor. Cihazı şifreledikten sonra verilere erişim engelleniyor.

4. Cihazınızdan SIM veya SD kartları çıkarın. Telefonlarda bulunan numaralar, e-posta adresleri, fotoğraflar ve isimler gibi kişisel bilgileri saklamak için kullanılan SIM ve SD kartlarını çıkarmak kişisel verilerinizi paylaşmamak için basit ama önemli adımlardan biridir. Kullanıcıların telefonlarını satmadan önce SIM kartı yuvasından çıkarmaları gerekiyor.

5. Telefonunuzu fabrika ayarlarına sıfırlayın. Telefonlardaki tüm verileri güvenli bir şekilde silmenin en kolay yollarından biri fabrika ayarlarına sıfırlamaktır. iPhone için ayarların altında yer alan genel seçeneğini bularak sıfırla ve ardından tüm içeriği sil adımlarını takip etmek, Android cihazlarda ise ayarlar ve gizlilik özelliğini seçerek telefonu sıfırlamak yeterli oluyor.

Ancak, şirketler için binlerce mobil cihazda bu tarz sıfırlama yapmanın mümkün olmadığını belirten Veri Kurtarma Hizmetleri Genel Müdürü Serap Günal, yöneticilerin bu konu hakkında profesyonel hizmet alması gerektiğinin altını çiziyor.

McKinsey, 2021 ve sonrasına yön verecek trendleri paylaştı

McKinsey & Company, 2021 yılına ve daha da ötesine yön verecek trendleri, ‘küresel ekonomi’,‘iş dünyası’ ve ‘toplumsal yapı’ ana başlıkları altında topladı.

Pandemi şartları tamamen geride kaldığında, oluşacak yeni normalin 2019’un hâkim koşullarına geri dönmek anlamına gelemeyeceğine vurgu yapan McKinsey & Company Türkiye Ülke Direktörü Can Kendi, 2021 ve sonrasına yönelik trendlerle ilgili yaptığı açıklamada; “McKinsey olarak, COVID-19 salgınının, Nisan 2020’de ‘ekonomik ve sosyal düzende ciddi bir yeniden yapılanma’ getirebileceğini belirtmiştik. Bugün aşılama çalışmaları hızla sürüyor. Pandemi bir günde geride kalmasa da yeni normalin bu sene ya da önümüzdeki sene oluşacağı konusunda, dikkatli bir şekilde iyimser olmak mümkün. Bu çerçevede, 2021’in dönüşüm yılı olması bekleniyor. 20’nci yüzyıldan bahsederken kullanılan ‘savaş öncesi’ ve savaş sonrası’ terimleri gibi pandemi de muhtemelen bu yüzyıl için önemli bir mihenk taşı olacak. Gelecek nesiller, tanımlamalarında, ‘COVID-19 öncesi’ ve ‘COVID-19 sonrası’ dönemlerden bahsedecek. Kurumlarda, iyi liderlik, dijital üretkenlik, sürdürülebilirlik, inovasyon, işimizin geleceği ve paydaş kapitalizmi trendleriyle açıkladığımız değişimlerin uzun vadede kalıcı bir temel oluşturması mümkün. Gelecek planlarımızı yaparken 2021’in ve ötesinin şekillenmesinde etkili olacağını öngördüğümüz 13 trendi dikkate almamızın önemli olduğunu düşünüyorum” dedi.

Küresel Ekonomi Trendleri

1. Güvenin geri dönüşü

Tüketicilerin de geri dönmesini sağlayan bu trendle, harcamaların artması bekleniyor. Biriken talebin açığa çıkışı, daha önceki bütün ekonomik krizlerde olduğu gibi, bir ‘intikam alışverişi’ hareketine neden oluyor. Pandemiden en çok etkilenen hizmet sektörü; özellikle restoranlar ve eğlence mekanlarının, bu geri dönüşte, diğer sektörlere göre öne çıkacağı tahmin ediliyor. McKinsey uzmanları, tüketicilerin geri dönüş sürecinin, ülkeden ülkeye de farklılıklar göstereceğini ortaya koyuyor.

2. Tatil amaçlı seyahatlerin yeniden başlaması

Uluslararası seyahatte, pandemiye bağlı sınır kısıtlamaları nedeniyle kriz sürse de Çin’de otel doluluğu ve yurt içi uçuşlardaki yolcu sayısı, Ağustos sonunda geçen seneki seviyelerinin yüzde 90’ını geçti. Ekim’deki Altın Hafta tatili sırasında, 2019’a oranla yüzde 20 düşüşle, 600 milyondan fazla Çinli seyahat etti. Lüks yurtiçi seyahat ise eski düzeyini geçti. Tatil amaçlı seyahatler hızla geri dönerken, makalede; iş seyahatlerinde toparlanma sürecinin, daha önceki kriz dönemlerinde de olduğu gibi farklı olacağı belirtiliyor. Pandemi sırasında teknolojinin etkin bir şekilde kullanımı ve çoğu şirketin önümüzdeki yıllarda yüzleşeceği ekonomik kısıtlamalar, McKinsey uzmanlarına göre; iş seyahatlerinde uzun dönemli yapısal bir değişimin başlangıç işareti olabilir.

3. İnovasyon dalgası ve başlattığı yeni girişimciler nesli 

İhtiyaçlar, icatları doğuruyor ve kaos girişimciler için alan açıyor. Daha önce yaşanan ekonomik krizlerin tersine, bu sefer yeni açılan küçük işletmelerin sayısında önemli oranda artış görülüyor. Örneğin ABD’de, sadece 2020’nin üçüncü çeyreğinde, 1,5 milyon yeni işletme başvurusu yapıldı. Bu sayı, 2019’un aynı döneminin iki katıydı. Bunların yanı sıra girişim sermayesi aktivitesi de 2020’nin ilk yarısında çok az gerileme gösterdi.

4. Dördüncü endüstri devriminin hızlanması

Bu hızlanmanın temelinde, dijital destekli verimlilik artışının yer aldığı vurgulanıyor. Makalede; ABD’de verimliliğin, 2020’nin ikinci çeyreğinde yüzde 10,6 ve takiben üçüncü çeyreğinde de yüzde 4,6 arttığına dikkat çekiliyor. Geçmişte çığır açan teknolojilerin, verimliliği artırmaya başlaması 10 yıldan uzun sürüyordu. COVID-19 krizi yapay zekâ ve dijitalleşme gibi alanlarda, bu geçişi birkaç yıla indirdi. Şirketlerin yoğun baskı altında aceleyle yeni teknolojilere uyum sağlamaya çalışırken hatalar da yaptığını belirten McKinsey uzmanları, liderlere; şu ana kadar yapılan iyi şeyleri yapılandırmalarını ve kurumsallaştırmalarını öneriyor.

İş Dünyası Trendleri

McKinsey, iş dünyasında yaşanan değişimde belirleyici rol oynayan tüketici davranış ve tercihlerini anlamak için yaptığı küresel bir anketin sonuçlarını makalede paylaşıyor. Bu anketin uygulandığı 13 büyük ülkeden dokuzunda, tüketicilerin en az üçte ikisi yeni alışveriş şekilleri denediklerini söylüyor. Ayrıca, ankete katılanların yüzde 65’inden fazlası buna devam etmeyi düşündüklerini belirtiyor.

1. Online Perakende

‘Online perakendeye geçiş’in hızla devam edeceği ve kalıcı olacağını vurgulanıyor. Makalede; ABD’de 2019 senesinde, e-ticaretin 2024’e gelindiğinde yüzde 24’lük bir yaygınlığa ulaşacağı öngörüsü hatırlatılıyor ve bu tahminlerin ötesindeki gerçekleşmeye dikkate çekiliyor. ABD’de e-ticaret, Temmuz 2020’de toplam perakende satışlarının yüzde 33’üne ulaşmıştı.

Küresel olarak değerlendirildiğinde de 2020’nin ilk yarısında görülen e-ticaret artışı, önceki on seneye eşitti. Bu gelişmenin detaylarına inildiğinde bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor. Online alışveriş yapan tüketicilerde, marka sadakatinin az olması, bu noktaların başında geliyor. Diğer bir nokta da yakın zamanlı bir McKinsey anketinde tüketim malları şirketlerinin sadece yüzde 60’ının, e-ticaret büyüme fırsatlarını yakalamaya kısmen dahi olsa hazırlıklı olduğunu söylemesi. Şirketlerin bu yönde hareket etmesi ve hazırlıklarını hızla tamamlamaya çalışması büyük önem taşıyor.  Zira yönelim açık, çoğu tüketici online alışverişe kayıyor ve şirketlerin hazırlıklı olması tüketicinin marka sadakatinde rol oynayabiliyor.

2. Tedarik zincirinde yeniden dengelenme

COVID-19, çoğu şirketin, uzun ve karmaşık tedarik zincirlerindeki zayıf noktalarını açığa çıkardı. Tek bir ülke, hatta tek bir fabrikanın kapanması, şirketlerin küresel üretimini durma noktasına getirince, ‘tedarik zincirindeki yeniden dengelenme’ başladı. McKinsey uzmanları bu trend sonucunda; küresel mal ihracatının dörtte birinin, 2025’e kadar yön değiştirebileceğini öngörüyor. Bu, yaklaşık 4,5 trilyon dolarlık bir ihracat hacmi anlamına geliyor. Makaleye göre; bu dönemde şirketler, tedarik zincirlerini incelemeye başladıklarında, üç şey fark etti. Bunlar; aksamaların normal olması, endüstri 4.0 sayesinde üretimde ülkelere bağlı maliyet farklarının daralması ve tedarik zincirindeki şirketlere üretim yapan alt tedarikçilerle ilgili bilgi eksikliğiydi. Şirketler, bunları dikkate alarak hem otomasyon hem de yapay zekâ, veri analitiği alanlarındaki gelişmelerden faydalanarak tedarik zincirlerini yeniden dengeliyor.

3. ‘İşimizin Geleceği’ beklenenden önce geliyor

Pandemi, farklı endüstrilerdeki on milyonlarca insanı, bir günde evden çalışmaya geçmek zorunda bıraktı. Böylece, önündeki kültürel ve teknolojik bariyerler yıkılan uzaktan çalışma modelinin, kısıtları ve faydaları geçen kısa zaman içinde daha da netleşti. Bu konuda McKinsey Global Institute (MGI) tarafından gerçekleştirilen çalışmaya göre; çalışanların yüzde 20’si, haftanın 3 ila 5 günü uzaktan çalışarak verimliliklerini koruyabiliyor. Bu trend, sadece COVID-19 salgınından dolayı değil, otomasyon ve dijitalleşmedeki ilerlemeler de bunu mümkün kıldığı için gerçekleşiyor. Makalede, ofisten uzakta çalışmaya geçişle ilgili iki önemli zorluğa dikkat çekiliyor. Bu süreçte hem ofisin organizasyona tam olarak ne getirdiğinin sistematik değerlendirilmesi hem de iş gücünün otomasyon, dijitalleşme ve diğer teknolojilere uyum sağlaması için desteklenmesi gerekiyor. McKinsey uzmanları, çalışanlara, eğitimlerle yeni beceriler kazandırmanın, maliyetlerin üstünde fayda sağladığını belirtiyor. Ayrıca, bu yatırımın; çalışan bağlılığı, müşteri memnuniyeti ve olumlu marka algısı üzerindeki etkileri de hatırlatılıyor.

4. Biyofarma devriminin güçlenmesi 

Pandemi, genel olarak iş dünyasında süreçleri hızlandırdığı gibi, medikal inovasyona da ciddi bir ivme kazandırabilir. Zorunluluk söz konusu olunca bunun mümkün olduğu görüldü. COVID-19 genom sekanslaması birkaç haftada gerçekleşmekle kalmadı, aşılar da bir yıldan kısa sürede geliştirildi. McKinsey uzmanları, daha büyük bir değişim potansiyelinin; biyomühendislik, genetik dizileme, programlama, veri analitiği, otomasyon, makine öğrenimi ve yapay zekâ gibi çeşitli becerilerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkacağını belirtiyor. McKinsey Global Enstitüsü (MGI), bu gelişmeyi ‘Biyo-Devrim’ olarak adlandırıyor. Mayıs 2020’de yayınlanan bir raporda MGI, ‘küresel hastalık yükünün yüzde 45’inin, bugün bilimsel olarak mümkün olan becerilerle çözülebileceğini’ açıkladı. Örneğin; genom düzenleme teknolojileri senede 250 bin kişiyi öldüren sıtmaya çare bulabilir. Hücresel terapiler, zarar görmüş hücre ve dokuları onarabilir ve hatta yenileyebilir. Yeni çeşit aşılar kanser ve kalp hastalıkları gibi bulaşıcı olmayan hastalıklara da uygulanabilir. Biyo-devrimin potansiyeli, sağlığın ötesine de uzanıyor. MGI raporlarına göre; küresel ekonominin fiziksel girdilerinin yüzde 60’ını biyolojik olarak üretmek, teoride mümkün. Biyo-devrim, önümüzdeki on yılda trilyonlarca dolarlık ekonomik etki yaratabilir.

5. Portföylerin yeniden yapılanması hızlanıyor

Pandemiyle birlikte bazı endüstriler yükselişe geçerken bazıları da ciddi şekilde düştü. Ekonomi yeni normaline oturunca, yaşanan sektörel farklılıkların daralması ve endüstrilerin kriz öncesine yakın pozisyonlarına dönmeleri beklenebilir. Bununla birlikte, sektörler içindeki dinamiklerin nasıl değişeceğini öngörmek daha zor olabilir. Bundan önceki krizlerden, kuvvetliler daha kuvvetli çıktı. Zayıflarsa daha da zayıfladı, tümden kapandı ya da satın alındı. McKinsey uzmanları, pandemi döneminde de dayanıklılığı yüksek, sağlıklı bilançolara sahip şirketlerin; yeni fırsatlar arayışında olacağını ve ciddi boyutlu portföy değişimi görmeyi beklediklerini belirtiyor. Bu duruma ek olarak, küresel özel sermayenin elinde bulunan yaklaşık 1,5 trilyon dolarlık yatırıma hazır kaynağın da portföy değişiminde belirleyici rol oynaması bekleniyor. Küresel krizlerde yapılan özel sermaye yatırımlarının geri dönüşlerinin, iyi dönemlerde yapılanlara göre daha yüksek olduğu biliniyor. Bu nedenle makalede, özel sermaye endüstrisinin önümüzdeki dönemde yeni yatırım imkanlarını takip edeceği tahmini yer alıyor.

6. Yeşil İyileşme 

2008-2009 finansal kriziyle başa çıkmak için çok sayıda devlet, teşvik programı uygulanmıştı ama bunların çok azı iklimsel ya da çevresel hareketleri içeriyordu. Pandeminin ekonomik etkileriyle mücadelede, durumun farklı olduğu görülüyor. Tüm ülkeler değilse de büyük çoğunluğu toparlanma planlarını var olan çevresel politika önceliklerini ilerletmek için kullanıyor. Avrupa Birliği 880 milyar dolarlık COVID-19 kriz planının yüzde 30’unu iklim değişikliği ile ilgili tedbirlerde kullanmayı planlıyor. Kanada toparlanmayı iklim hedefleriyle birleştiriyor. Kolombiya 180 milyon ağaç ekiyor. Japonya ve Güney Kore 2050’de, Çin ise 2060 yılında, net karbon emisyonunu sıfıra indirme sözü verdi. Bütün bunlar, sürdürülebilirliğin hükümetler düzeyinde yeni normal’in öncelikli konusu olduğunu gösteriyor.

Şirketler tarafına bakıldığında da sürdürülebilirlik konusunda tüketici beklentilerinin arttığı görülüyor. McKinsey uzmanları, tüketici beklentilerinin yanı sıra yeşil ekonominin sunduğu büyüme imkanlarını öne çıkarıyor.

Toplumsal Yapı Trendleri

1. Sağlık sisteminin yenilenmesi

COVID-19 salgınıyla mücadele sürecinden alınan dersler, daha kuvvetli sağlık sistemleri inşa etmeye yol açabilir. Halk sağlığı altyapısının iyileştirilmesi ve sağlık sisteminin dijital dönüşümün sunduğu imkanlar kullanılarak modernleştirilmesi, bu konuda, üzerinde çalışılması gereken iki alanı oluşturuyor. İşletmeler açısından bakıldığında da iş verenlerin yeni normalin sağlıklı iş ortamını tasarlamaya odaklanmaları ve çalışanlarının sağlığına yatırım yapmaları bekleniyor.

2. Ülkelerin normalleşme süreci  

Pandemi etkileri azaldıkça, ülkelerin mali sıkıntılarıyla nasıl başa çıkacaklarını düşünmeleri gerekecek. McKinsey uzmanları, uzun vadeli ve etkili cevabın büyüme ve verimlilik olduğunu belirtiyor.

3. Paydaş kapitalizmi 

İşletmeler ve parçası oldukları toplum arasında bir köprü görevi üstlenen paydaş kapitalizmi, pandemide daha da önemli hale geldi. Paydaş kapitalizminin; şirketlerde kâr amacı güdülmemesi olarak anlaşılmaması gerektiğini vurgulayan McKinsey uzmanları, önemli olanın, zaten değerlendirilebilen bir ölçüt olan kâra bir ‘amaç’ kazandırmak olduğunu söylüyor.

Raporun tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

The next normal arrives: Trends that will define 2021—and beyond

Su stresi 2030’dan itibaren su krizine dönüşecek

Temiz su temini teknolojileriyle sürdürülebilir gelecek için çalışan Wilo, Dünya Su Günü’nde dünyanın ve ülkemizin su sorununa dikkat çekti

Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak gelişen kuraklık, tüm dünyada etkisini artırıyor. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan rapora göre, dünyada 50’den fazla ülkede 500 kent 2050 yılında su kıtlığı yaşayacak. Türkiye de gelecek 30 yıl içerisinde dünya su krizinden etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Raporda 2016 yılından itibaren İstanbul’un kişi başına düşen su miktarının 1.700 metreküpün altına düşmesi nedeniyle su stresi yaşadığı belirtilirken, 2030 yılından itibaren su stresinin su krizine dönüşeceği uyarısı yapılıyor. 22 Mart Dünya Su Günü kapsamında suyun ve enerjinin verimli kullanımı için acil tasarruf önlemlerine başlanması gerektiğini vurgulayan Wilo Türkiye Genel Müdürü Mehmet Ürek, ülkemiz için tek sorunun barajlardaki yetersiz su olmadığını belirterek NASA tarafından açıklanan Türkiye’nin yer altı suları haritasındaki endişe verici sonuçlara dikkat çekti. Wilo Grup olarak dünya genelinde 100 milyon insanın temiz suya erişimini sağlama hedefleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Ürek, su teminine yönelik yeni kaynaklar ve yöntemler kullanmaya olanak veren ve optimize edilebilen akıllı pompalar ve yüksek verimli sistemler geliştirdiklerini açıkladı. 

Tüm dünya ve Türkiye küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ile mücadele ediyor. İklim değişikliğinin yol açtığı en büyük sorunlardan biri olan kuraklık ise ciddi bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan rapora göre; dünyada 50’den fazla ülkede 500 kent 2050 yılında su kıtlığı yaşayacak. Türkiye de gelecek 30 yıl içerisinde dünya su krizinden etkilenecek ülkeler içerisinde yer alıyor. 2016 yılından itibaren İstanbul’un kişi başına düşen su miktarının 1.700 metreküpün altına düşmesi nedeniyle su stresi yaşadığını ortaya koyan BM raporu, 2030 yılından itibaren su stresinin su krizine dönüşeceği uyarısıyla dikkat çekiyor.

Su kaynaklarının azalması gerek günlük hayatta gerekse sanayide tasarruflu olmayı artık bir zorunluluk haline getiriyor. 22 Mart Dünya Su Günü kapsamında açıklamada bulunan Wilo Türkiye Genel Müdürü Mehmet Ürek, “Geçtiğimiz günlerde NASA, resmi internet sitesi üzerinden Türkiye’nin yer altı sularının durumuyla ilgili bir harita paylaştı ve durumu değerlendirdi. Yayınlanan haritaya göre Türkiye’deki yer altı suları ortalama seviyenin ciddi derecede altına inmiş durumda. Buradan da anlaşılacağı üzere Türkiye’deki tek sorun barajlardaki yetersiz su oranı değil aynı zamanda yer altı sularımız da hızla azalıyor. Bu sonuçlar 7’den 70’e herkese su tasarrufu konusunda daha dikkatli ve bilinçli olmak gibi bir sorumluluk yüklüyor. Suyu ve enerjiyi verimli kullanmak için acilen tasarruf önlemlerine başlamamız gerekiyor. İçme suyu miktarının da her geçen gün azalması su teminine yönelik çözümleri daha da önemli hale getiriyor. Wilo olarak su teminine yönelik yeni kaynaklar ve yöntemler kullanmaya olanak veren ve optimize edilebilen pompalar ve sistemler geliştiriyoruz. Amacımız dünya genelinde 100 milyon insanın temiz suya erişimini sağlamak ve bu yönde çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.

Akıllı pompalarla yüksek verimlilik sağlıyor

Ürek, “Günümüzde içme suyunun elde edilmesi için pek çok yeni yöntem geliştiriliyor ve su artık önceden olduğundan çok daha fazla kaynaktan, örneğin deniz suyu tuzsuzlaştırma ve akiferler gibi alanlardan da sağlanıyor. Bunun içinse her sistemde gerekli akışkanı en verimli şekilde ve uzun süre basabilen pompa ve ekipmanlar gerekiyor. Wilo olarak çok haneli konutlardan, okullara veya endüstri komplekslerine kadar birçok farklı özellikte binaya esnek çözümlerimizle hizmet veriyoruz. Koşullara özel bireysel konseptler ve yüksek verimli teknolojiler ile akıllı şebekelerin oluşturulması ve merkezi olmayan su şartlandırma sistemlerinin genişletilmesi alanında öncü çalışmalar yürütüyoruz.  Sirkülasyon pompaları, hidrofor setleri, su tedariki ve basınç yükseltme, ham su temini, temiz su arıtımı, profesyonel sulama/tarım, endüstri/offshore alanlarında kullanılan derin kuyu dalgıç pompalarımızla tüm bu ihtiyaçlara çözüm sağlıyoruz” açıklamasında bulundu.

İklim dostu su temini için çalışıyor

Yüksek teknolojiye ve enerji verimliliğine sahip akıllı pompaların yaygınlaşması için aralıksız çalıştıklarını belirten Ürek, Ar-Ge çalışmalarının temelinde çevre ve kullanıcı dostu ürünler geliştirmek yattığını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti; “İklim değişikliği karşısında su yönetim sistemlerinin verimliliğini artırarak dünya çapında insanların daha iyi yaşam standartlarına ulaşmasına destek oluyoruz. Ürünlerimiz, sistemlerimiz ve çözümlerimiz dünyanın her yerinde insanlara akıllı, verimli ve iklim dostu bir şekilde su sağlamaya katkıda bulunuyor. Bu katkımız ve geleceğe yönelik eylem planlarımız sayesinde Wilo olarak 2020 yılında dünya çapında faaliyet gösteren 49 diğer şirketle birlikte Birleşmiş Milletler ve Bloomberg’in “50 Sürdürülebilirlik ve İklim Lideri” adlı küresel sürdürülebilirlik ve iklim koruma girişimine seçildik. Yanı sıra kriz zamanlarına rağmen değişimi yönlendiren ve sürdürülebilirliği iş modellerinin bir parçası haline getirebilen şirketlere verilen Alman Sürdürülebilirlik Ödülü’nün sahibi olduk. Bu girişimlerin bir parçası olmak bize büyük mutluluk veriyor ve doğru yolda olduğumuzu gösteriyor”

Sürdürülebilirlik stratejisi doğrultusunda belirlenen altı mega trendden biri kuraklık

Wilo, temiz su temini alanında yeni ürün geliştirme çalışmalarına artan bir ivmeyle devam ederek önümüzdeki yıllarda yenilikçi su çözümlerinin büyüme hızını yüzde 7,5 artırmayı amaçlıyor. Sürdürülebilirlik stratejilerinin bir parçası olarak, insanların hayatlarını derinden etkileyecek altı küresel mega trend tanımladıklarını belirten Ürek, “Globalleşme, akıllı şehirler, enerji sorunu, iklim değişikliği, kuraklık ve dijital dönüşüm olarak belirlediğimiz bu mega trendlere karşı nasıl bir çözüm geliştirebileceği üzerinde çalışmalar yapıyoruz. Tüm yatırımlarımızı dünyaya hızla yön verecek bu trendler ışığında gerçekleştiriyoruz. Bu yolda kat ettiğimiz mesafe ve elde ettiğimiz veriler, doğru ve tarafsız bir şekilde analiz edilebilmesi adına yılda iki defa Sürdürülebilirlik Konseyi tarafından kontrol edilecek” diyerek sözlerini tamamladı.