Mobilya sektörünün gündemi: “Döngüsel Ekonomi”

Tüketiciye eski mobilyaların yeniden kullanımı ve geri dönüşümü için iade etme teşviki verilebilir.

Avrupa’da mobilya atığı konusunda Avrupa Mobilya Üreticileri Federasyonu (UEA) istatistikleri üzerinden tartışmalar sürüyor. Toplam kentsel katı atık (MSW) akışının yüzde 4’ünden fazlasını oluşturan mobilya atıklarının yüzde 80 ila yüzde 90’ı yakılıyor, kullanım ömrü sona erdiğinde çöp sahasına yönlendiriliyor veya yüzde 10’u geri dönüştürülerek, düzenli depolama sahasına gönderiliyor.  Mobilyada uzun ömür ve atık yönetimine ilişkin tartışmalar Türkiye’de de başladı. Bu farkındalıkla MOSFED Mobilya Enstitüsü “Mobilya Sektöründe Döngüsel Ekonomi” konulu online bir panel düzenledi. Dünya Tasarım Örgütü Bölge Danışmanı Prof. Dr. Alpay Er moderatörlüğünde gerçekleşen panelde Oakdene Hollins Döngüsel Ekonomi Baş Stratejisti Owain Griffiths konuşmacı olarak yer aldı.

Mobilya Dernekleri Federasyonu (MOSFED) tarafından kurulan Mobilya Enstitüsü’nün ev sahipliğinde gerçekleştirilen “Mobilya Sektöründe Döngüsel Ekonomi” konulu online toplantı, MOSFED üyelerinin yanı sıra 36 bin mobilya üreticisini temsilen sivil toplum kuruluşları, firma temsilcilerini bir araya getirdi. Dünya Tasarım Örgütü Bölge Danışmanı Prof. Dr. Alpay Er moderatörlüğünde gerçekleşen toplantıda Oakdene Hollins Döngüsel Ekonomi Baş Stratejisti Owain Griffiths konuşmacı olarak yer aldı. Döngüsel ekonominin mobilya sektörüne etkisi ve Türkiye için tavsiyeler, toplantının ana gündemini oluştururken, AB Komisyonu’nun 2021 sonunda yürürlüğe gireceğini aktardığı düzenlemelerin Avrupa ülkeleriyle olan dış ticaretimize olası yansımaları da ele alındı.

Hammadde Fiyat Artışlarına Karşı Sorunlara Değil Çözüme Odaklanılmalı!

Son 4 aylık süreçte plastik hammadde fiyatlarında yaşanan hızlı artışı değerlendiren PAGDER Plastik Sanayicileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Gülsün, “Özellikle Avrupa’da faaliyet gösteren petrokimya firmalarının bir kısmının force majeure (mücbir sebeplere bağlı olarak üretimin durdurulması durumu) ilan etmesi kalanının ise üretimlerini azaltması ve salgına bağlı olarak tedarik zincirinde yaşanan bozulmalar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de plastik hammadde fiyatlarının hızlı şekilde artmasına sebep olmuştur. Ülkemizin en önemli sektörlerinden olan plastik endüstrisinin bu fiyat artışı sürecini atlatması ve gelecekte benzer sıkıntıların yaşanmaması için gerek kamu kuruluşlarımızın gerek STK’larımızın sorunlara değil çözümlere odaklanması gerekiyor” dedi.

Lojistik hatlar kurulmalı

Ülkemiz plastik sanayisi tarafından geçtiğimiz yıl tüketilen 10,5 milyon ton hammaddenin yaklaşık olarak %15’inin yurtiçinde üretildiğini kalan %85’lik kısmın ise ithalat yoluyla temin edildiğini, son dönemde fiyatı hızla artan polipropilen (PP), polietilen (PE), polivinil klorür (PVC), polistiren (PS), polietilen teraftalat (PET), polibütilen tereftalat (PBT) vb. ürünlerinde ise yurtiçi üretimin talebin ancak %10’unu karşıladığının altını çizen Gülsün, “Mevcut konjonktürde ithalat yoluyla temin ettiğimiz ve kısa vadede yurtiçi talebi karşılayacak kadar üretim tesisi kurmamızın mümkün olmadığı stratejik önemi haiz hammaddelerin arz güvenliğinin sağlanması için lojistik hatların kurulması ve güçlendirilmesi gerekiyor. Zira üreticilerimiz hem hammadde fiyat artışı hem navlun artışı neticesinde rekabet güçlerini hızlı şekilde kaybetmekte. 6 ay öncesinde Uzakdoğu Asya’dan yapılan ithalatta 1.500-2.000 dolar bandında olan navlunun günümüzde 10.000 dolara kadar çıktığını görüyoruz. Üreticimizi bu şoklardan korumak açısından lojistik hatlar büyük katkı sağlayacaktır. Örneğin bu lojistik hatlar kurulmuş ve uzun süreli anlaşmalar yapılmış olsaydı günümüzde üreticilerimiz sadece navlun bedelinden kaynaklı olarak plastik hammaddenin tonu başına 300-400 dolar tasarruf etmiş oldurdu” dedi.

Orta vadede petrokimya yatırımları arttırılmalı

Sözlerine devam eden Selçuk Gülsün, “Orta vadede ise ülkemizde çalışması devam eden petrokimya tesislerinin tamamlanması ve bunlara yenilerinin eklenmesi teşvik edilmelidir. Unutulmamalı ki mevcut fiyat artışı Türkiye’ye özgü bir durum değil tüm dünyada benzer fiyatları görüyoruz. Öte yandan, Uzakdoğu Asya’da üretilen hammadde Çin başta olmak üzere bölgenin yoğun plastik talebi ve bölge içinde navlun ücretlerinin çok daha düşük seyretmesi sebebiyle diğer coğrafyalara ihraç edilmemekte. Ayrıca Çin’in tüm dünyaya yoğun bir ihracat gerçekleştirirken karşılığında yeterli ithalat yapmıyor olması navlun fiyatlarını daha da aşağıya çekerek yerel üreticilerine büyük avantaj sağlamakta. Bu sebeplerle ülkemizde hammadde fiyatları Uzakdoğu’dan daha yüksek seyretmektedir. Bu kapsamda ülkemizde kurulacak petrokimya tesisleri arz güvenliğimizi sağlayacak ve sanayimizin tedarik zincirinde meydana gelebilecek şoklara karşı daha dirençli hale gelmesini sağlayacaktır. Benzer şekilde son yıllarda ülkemizde hızla büyümekte olan ve geldiğimiz noktada PETKİM’den daha fazla bir üretime sahip olan plastik geri dönüşüm sektörü de yurtiçi arz güvenliğinin sağlanması için önemli bir araçtır. Yurtiçinde sağlıklı işleyen bir toplama-ayrıştırma sistemi kuruluncaya kadar atık ithalatının yoğun denetimle devam etmesi plastik sektörümüzü de destekleyecektir” dedi.

Spot piyasalardan kontratlı alıma dönülmeli

Sektör işletmelerinin gerekli ölçek büyüklüğüne sahip olmaması ve uluslararası piyasaları yakından takip etmemesi gibi sebeplerle hammadde kontratları yapmadıklarını ve tedariği spot piyasalar üzerinden yaptığını belirten Gülsün, “Bu durum ise sektörümüzü küresel arz şoklarına karşı daha kırılgan hale getirmekte. Bu noktada işletmelerimizi bilinçlendirmek açısından kamuya ve biz STK’lara daha çok iş düşüyor. Ayrıca kamunun da desteklemesi ile ortak satınalma kooperatiflerinin önü açılabilirse özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin kontratlı hammadde alımları mümkün olacaktır. Örneğin ABD’nin Ohio eyaletinde faaliyet gösteren GuildCPO 1988 yılından beri boyacılık endüstrisinde üretim yapan üyelerine ortak satın alma hizmeti sağlamaktadır. Ortak satınalma sayesinde pazarlık güçleri artan işletmeler ise daha rekabetçi hale gelmektedir. Benzer çalışmaların ülkemizde de yürütülmesi fayda sağlayacaktır” dedi.

2020’nin 4. çeyreğindeki DDoS saldırıları, kripto madenciliğin yükselişiyle 3. çeyreğe kıyasla üçte bir oranında düştü

2020’nin 4. çeyreğinde Kaspersky DDoS Önleme tarafından tespit edilen DDoS saldırılarının sayısı, 2019’un aynı dönemine göre bir miktar artarken, 2020’nin 3. çeyreğine göre %31 azaldı. Bu düşüş, kripto para birimi madenciliğine olan ilginin artmasıyla ilişkilendiriliyor.

İnsanların 2020’de çevrimiçi ortamda daha fazla zaman geçirmesi, DDoS saldırılarının patlamasıyla sonuçlandı. Dördüncü çeyrekte eğitim kurumlarına saldırılar devam etti, Massachusetts’teki birkaç okul ve Kanada’daki Laurentian Üniversitesi bu tür olaylarla karşılaştı. Çevrimiçi oyun hizmetleri de DDoS saldırılarına maruz kaldı.

Bununla birlikte, 2020’nin 4. çeyreğinde, 2019’un 4. çeyreğine göre yalnızca %10 daha fazla saldırı gerçekleşti. 2020’nin 3. çeyreğine kıyasla, 2020 4. çeyreğindeki saldırı sayısı %31 azalırken, 2020 3. çeyreğinde de 2. çeyreğe kıyasla düşüş görüldü.

Uzmanlar, bunun kripto para birimi maliyetlerindeki artıştan kaynaklanabileceğini öne sürüyor. Sonuç olarak siber suçluların genelde DDoS saldırılarında kullanılan C&C sunucularının ve virüs bulaşmış cihazların sahip olduğu bilgi işlem gücünü, kripto para madenciliği yapmak için “yeniden profillemek” zorunda kalmış olabilecekleri düşünülüyor

KSN istatistikleri de bu bulguyu destekliyor. 2019 yılı boyunca ve 2020’nin başında kripto madencilerin sayısı düşüşteydi. Ancak, Ağustos 2020’den itibaren eğilim değişti, kripto bazlı kötü amaçlı yazılım türünün miktarı arttı ve 4. çeyrekte yeniden düzlüğe ulaştı.

Kaspersky DDoS Koruma Ekibi İş Geliştirme Müdürü Alexey Kiselev şunları söylüyor: “DDoS saldırı pazarı şu anda iki zıt trendden etkileniyor. Bir yandan insanlar çevrimiçi kaynakların istikrarlı çalışmasına büyük ölçüde ihtiyaç duyuyor. Bu durumda DDoS saldırıları kötü niyetli kişiler için iyi bir seçenek olabilir. Bununla birlikte kripto para birimi fiyatlarındaki artış, madencilerin bazı cihazlara yerleştirilmesini daha karlı hale getirebilir. Sonuç olarak 4. çeyrekteki toplam DDoS saldırı sayısının sabit kaldığı gözlemliyoruz. Bu eğilimin 2021’de de devam edeceğini tahmin ediyoruz.”

DDoS saldırılarına karşı korunmaya devam etmek için Kaspersky uzmanları aşağıdakileri öneriyor:

  • DDoS saldırılarına nasıl yanıt verileceğini bilen uzmanlarla çalışın.
  • İnternet servis sağlayıcılarıyla yapılanlar da dahil olmak üzere üçüncü taraf sözleşmelerini ve iletişim bilgilerini doğrulayın. Bu, bir saldırı durumunda ekiplerin anlaşmalara hızla erişmesine yardımcı olur
  • Kuruluşunuzu DDoS saldırılarına karşı korumak için profesyonel çözümler uygulayın. Kaspersky DDoS Koruması, Kaspersky’nin siber tehditlerle mücadeledeki kapsamlı uzmanlığı ile şirketin benzersiz şirket içi geliştirmelerini bir araya getirir.

Türk moda endüstrisi çevresel sürdürülebilirlik yetkinliklerini arttırmak için harekete geçti

Türk moda endüstrisi sürdürülebilir üretime odaklanıyor

İhracatının yüzde 80’ini Avrupa ülkelerine yapan Türk Moda Endüstrisi, 2022 yılında AB ülkelerinde hayata geçecek olan karbon vergisi öncesinde ihracatçı firmaların çevresel sürdürülebilirlik yetkinliklerini arttırmak için kolları sıvadı.

Ege Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği tarafından Ticaret Bakanlığı desteğiyle yürütülen “Hazır Giyim Sektöründe Sürdürülebilir Rekabetin Geliştirilmesi Projesi” çevresel sürdürülebilirlik faaliyetlerine yoğunlaştı.

EHKİB, URGE Projesi kapsamında proje katılımcısı 12 firmaya yönelik olarak kurgulanan çevresel sürdürülebilirlik danışmanlık faaliyetine başladı.

Çevresel sürdürülebilirlik danışmanlık sürecinin Şubat – Mayıs ayları arasında tamamlamayı planladıklarını dile getiren Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Burak Sertbaş, planlanan danışmanlık programı ile firmaların çevre mevzuatı kapsamında yasal gerekliliklerinin tespit edileceğini, çevresel risk ve fırsat analizlerinin yapılacağını ve sera gazı emisyonlarının envanterlerinin çıkarılacağını kaydetti.

“Sürdürülebilirlik konusunun tekstil ve hazır giyim sektörleri açısından önemi gün geçtikte artmakta” diyen Sertbaş, “Özellikle ihracatımızın yüzde 80’den fazlasını yaptığımız Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren markalar ve müşteriler konuya özel bir önem veriyorlar. 2022’den itibaren karbon vergisi hayata geçecek. Proje kapsamında kurgulanan bu danışmanlık faaliyeti ile firmalarımızın yeşil üretime odaklanmaları, doğaya daha az karbon salınımı yaparak üretim yapmalarını hedefliyoruz. Sürdürülebilirlik öncelikli konumuz. Girdilerin sürdürülebilirlik modellerine uygun tedarik edilmesi, ürünlerin döngüsel modellere uygun olarak tasarlanabilmesi için çalışıyoruz. Dijitalleşmenin sunduğu olanaklarla firmalarımızın sürdürülebilirlik yetkinliklerini ve üretimlerini arttrımayı amaçlıyoruz” diye konuştu.

Türk Moda Endüstrisi’nin Avrupa pazarına yakınlık avantajı olduğunu hatırlatan Sertbaş, bu avantajı sürdürülebilir çevre dostu üretimle taçlandırmak istediklerini sözlerine ekledi.

Ege Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği tarafından Ticaret Bakanlığı desteğiyle yürütülen “Hazır Giyim Sektöründe Sürdürülebilir Rekabetin Geliştirilmesi Projesi” kapsamında çevresel sürdürülebilirlik danışmanlığını aşağıdaki firmalar alacak; “Demirışık Tekstil Konfeksiyon San. Tic. A.Ş., Demoteks Tekstil San. Ve Tic. Ltd. Şti., Eco Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., Enra Tekstil Konf. San. Tic. Ltd. Şti., İya Tekstil San. Tic. Ltd. Şti., Merger Tekstil San. İç ve Dış Tic. Ltd. Şti., Mergü Tekstil Konf. San. Tic. Ltd. Şti., Orimpex Tekstil A.Ş., Seyfeli Tekstil Dış Tic. Tur. İnş. Taah. Gıda Mad. San. Tic. Ltd. Şti., Tayra Tekstil Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., Version Tekstil Turizm Sanayi ve Dış Ticaret A.Ş. ve Zaroteks Tekstil İnş. İth. İhr. Paz. San. Tic. Ltd. Şti.”

İş dünyasına göre pandemi öncesi kârlılığa dönüş 2022’de olacak

EY’ın (Ernst & Young) 23. Global Sermaye Güven Barometresi’ne göre; iş dünyası liderleri pandemi öncesi kârlılık seviyelerine dönüşün 2022 yılında görüleceğini düşünüyor. Birleşme ve satın alma (M&A) faaliyetlerinde yöneticiler uluslararası şirketleri değerlendirirken, finansal hizmetler, telekomünikasyon, teknoloji, otomotiv ve yaşam bilimleri gelecek 12 aylık dönemde M&A işlemlerinin en çok hız kazanacağı sektörleri oluşturuyor

Uluslararası denetim ve danışmanlık şirketi EY, farklı sektörlerden üst düzey yöneticilerin ekonomik görünüme ilişkin beklenti ve yakın vadeli planlarını inceleyen ‘23. Global Sermaye Güven Barometresi’ araştırmasının sonuçlarını açıkladı. 52 ülkeden yaklaşık 2.500 orta ve büyük ölçekli şirket yöneticisinin görüşünü yansıtan araştırmanın sonuçları; iş dünyasında pandemi öncesi kârlılık seviyelerine 2022 yılında ulaşılacağına işaret ediyor. Pandemi sonrası için büyüme planları yapan yöneticiler birleşme-satın alma ve yatırım stratejilerini yeniden şekillendiriyor.

Kasım 2020 – Ocak 2021 ayları arasında gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları; finansal hizmetler, telekomünikasyon, tüketici ürünleri ve perakende, teknoloji, medya ve eğlence, yaşam bilimleri, hastane ve sağlık hizmetleri, otomotiv ve ulaşım, petrol ve gaz, enerji, madencilik ve metal, ileri imalat, gayrimenkul, konaklama ve inşaat olmak üzere farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirket yöneticilerinin görüşlerini yansıtıyor.

İş dünyası 2020’ye göre daha iyimser

Araştırmaya katılan yöneticilerin %23’ü kârlılığın pandemi öncesi seviyelere 2021 yılında geleceğini öngörürken, %44’ü pandemi öncesi kârlılık seviyelerine dönüşün 2022 yılında görüleceğini düşünüyor. Söz konusu beklentiler yöneticilerin ekonomik görünüme ilişkin geçen yıla göre daha iyimser bir duruş sergilediğini gösteriyor.

Büyüme fırsatları için en çekici bölge Avrupa

Araştırmaya göre yöneticiler şirketleri için uluslararası büyüme planları yapıyor. Yöneticilerin %39’u Avrupa, %30’u Asya-Pasifik, %24’ü ise Amerika’nın gelecek 3 yıllık dönemde en büyük büyüme fırsatlarını sunacağını öngörüyor.

2020, yatırım planlarında değişim yılı oldu

Büyüme beklentilerini riske atabilecek faktörlere bakıldığında yöneticilerin %29’u için pandemi etkileri en büyük tehdidi oluşturmayı sürdürüyor. Değişen küresel ekonomik ortam (%19) ve iklim değişikliği (%14) de büyüme karşısındaki diğer önemli tehditler olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte yöneticilerin büyük çoğunluğu (%81), jeopolitik zorluklar dolayısıyla geçen 12 aylık dönemde stratejik yatırım planlarında değişikliğe gitmek zorunda kaldıklarını belirtiyor. Bu grupta yer alan yöneticilerin %64’ü planlanan yatırımları erteleme kararı aldıklarını, %36’sı ise tamamen sonlandırdıklarını ifade ediyor.

İş dünyası dönüşüm sonrası büyümeye odaklanıyor

EY Türkiye Strateji ve Kurumsal Finansman Bölüm Başkanı Özge Gürsoy Büyükavşar, araştırma sonuçlarına ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “COVİD-19 pandemisi ve beraberinde getirdiği ekonomik şok, çok sayıda şirket için varoluşsal tehditler yarattı. Buna karşın üst düzey yöneticiler dönüşüme odaklanarak stratejilerini yeniden şekillendirdiler ve geniş kapsamlı değişiklikler gerçekleştirdiler. Bu cesur hamleler, büyüme fırsatlarını yakalamaya yönelik 2021 gündemlerinin ve iyimser yaklaşımlarının temelini oluşturuyor. Şirketler, pandemi öncesi performans seviyelerini yeniden yakalamakla birlikte geleceğe dönük gerekli yatırımları gerçekleştirmeyi planlıyor.”

M&A ve yatırım yoluyla büyüme hedefleniyor

Küresel M&A faaliyetlerinde 2020 yılının ilk yarısında görülen sert düşüşün ardından, yılın ikinci yarısında toplam işlem değerinde 2,32 trilyon dolar ile rekor seviyeye ulaşılmıştı. Araştırma sonuçları M&A faaliyetlerindeki bu ivmenin gelecek dönemde devam edeceğine işaret ediyor. Yöneticilerin %59’u gelecek 12 aylık dönemde satın alma yapmayı planladıklarını ifade ederken, bu gruptaki yöneticilerin %65’i ürün portföyünü genişletmek ve yetkinlikleri geliştirmek amacıyla uluslararası alıma odaklanacaklarını belirtiyor. Finansal hizmetler, telekomünikasyon, teknoloji, otomotiv ve yaşam bilimleri M&A işlemlerinin en çok hız kazanacağı sektörleri oluşturuyor.

Küresel marka eşittir izlenebilirlik, şeffaflık ve gerçeklik

Tüketici karşısında “gerçek” marka görmek istiyor

Küresel marka eşittir izlenebilirlik, şeffaflık ve gerçeklik

Yeni dünya markası nasıl olmalı?

Akdeniz Havzası’nı iş birliği havzası haline getirmeliyiz

Gümrük Birliği e-ticaret gibi yeni alanları kapsamalı 

Akdeniz Havzası’nda büyümenin yolu yeni nesil tedarik teknolojileri

Akdeniz moda endüstrisinde tasarım ve markalaşmanın konuşulduğu online gerçekleştirilen Akdenı̇z Tekstı̇l Forumu – Meditex 2021’in “Ulusal Vizyon” isimli ilk oturumunda Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi markalaşma ve Türkiye’nin markalaşma stratejisini, “Akdeniz ve Uluslararası Vizyon” isimli ikinci oturumda ise Akdeniz ülkeleriyle iş birliği ve Akdeniz havzasındaki ticaret hacmini değerlendirdi.

Marka imajı; izlenebilirlik, şeffaflık ve gerçeklik

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı ve Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Jak Eskinazi, “Zamanın bizi ezmemesi için biz yarın’ı bugünden inşa etmeliyiz. Yolun en başında kendimize sormamız gereken soru şu: “Küresel markanın hedeflediği küresel tüketiciler olduğuna göre; beklentiler, alışkanlıklar, algılar, ihtiyaçlar aynı mı?” Markalaşma sürekli ve uzun soluklu bir süreç. Bütün markalaşma sürecini anlatan, marka imajını oluşturmayı anlatan üç kelime; izlenebilirlik, şeffaflık ve gerçeklik. Daha sürdürülebilir ve kapsayıcı bir tüketim arayışı günümüzün en büyük gerçekliği. Buna yol açan en büyük faktör ise toplumsal duyarlılıktaki değişimler. Artık tüketiciler küresel sorunlar üzerinde ciddi bir şekilde kafa yorması gerektiğini biliyor. Hepsi etik ilkelere sahip, satın aldığı ürünün arkasındaki hikayeyi merak ediyor. Tüketiciyle doğrudan bağ kurarsanız, markanızı sahiplenirsiniz. Bu şekilde gerçek fayda ve gerçek değer ortaya çıkar.” dedi.

Eşitsizlik, yetersiz büyüme ve iklim krizine “Büyük Reset”

Eskinazi, “Toplumları tümüyle değiştirecek, çevresel sürdürülebilirliği toplumsal sürdürülebilirlikle birleştirecek yeni bir küreselleşmenin içindeyiz. Yuval Noah Harari’nin dediği gibi “Global düzen, herkesin içinde oturduğu ama kimsenin kırık dökük yerlerini onarmadığı bir ev gibi. Birkaç yıl daha dayanır. Bu şekilde devam edersek çöker.” Bu yüzden Büyük Sıfırlama (Great Reset), Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Klaus Schwab tarafından açıklandı. “Büyük Sıfırlama” fikri temelini 3 durumdan alıyor; gelir ve servet dağılımındaki eşitsizlikler, dünya ekonomilerindeki yetersiz büyüme ve üçüncüsü de ekolojik kriz yani iklim değişikliği. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 yılıyla ilgili yayımladığı “Küresel Riskler Raporu”nda iklim değişikliği politikalarındaki başarısızlık ikinci sırada.” diye konuştu.

“İnovasyon Geliştirme Programları”na ihtiyacımız var 

Dünyanın net sıfır emisyon hedefi olduğunu söyleyen Eskinazi, marka olmak için önce döngüsel ekonomi şartlarının yerine getirilmesi ve dijitalleşmeye yatırım yapılması gerektiği görüşünde.

“Sürdürülebilirlik tüm tedarik sürecini kayıt altına alan, izlenebilir, şeffaf yönetim sistemini hedefler. Denklemin bir ayağını toplumun uzun vadeli çıkarları ve küresel çözümler oluşturursa katma değeri yaratırsınız. Tüketici karşısında “gerçek” marka görmek istiyor. Bu yüzden insana/tüketiciye dokunan, kitleye değerli olduğunu hissettiren, alt metni doğru okuyan, dünyadaki algıyı bilen “marka” kazanıyor. Ar-Ge teşvikleri karşımıza çıkan ve konuşulması gereken en önemli konu. OECD ülkeleri içerisinde Ar-Ge için ayırdığımız bütçeyle diğer birçok üye ülkenin gerisindeyiz. Aynı zamanda Küresel İnovasyon Endeksi Raporu’na göre; 2019 yılında 131 ülke arasında 49’uncu sırada yer alan ülkemiz, 2020’de 51’inci sıraya geriledi. “İnovasyon Geliştirme Programları”na ihtiyacımız var.”

Yaratıcı zekaların, statükoya meydan okuyan fikirleriyle yolumuza devam etmeliyiz

Küresel ihtiyaçlar doğrultusunda markaların yeniden yorumlanması ve konumlandırılmasının önemine değinen Jak Eskinazi’ye göre marka imajının güçlendirilmesinde; iklim krizi ve pandemi gibi tek tek ülkelerin çözme kapasitesini aşan sorunların içinde, paydaşların iş birliğine daha fazla ihtiyaç var.

“Rüzgarı arkanıza alarak, sadece kar odaklı düşünerek bir yere varamazsınız. Markalaşma; bütün paydaşların sorumluluğunu taşıyan, refahını önceleyen bir sosyal sorumluluk işidir.  Ana pazarda yada pazara girişte tam potansiyele; çağımızın inovasyon, ilerleme, yenilik, dönüşüm misyonlarıyla örtüşen stratejilerle, temkinli, iyi düşünülmüş, sağlam adımlarla erişebiliriz. Cesur yarınlar için hamleler yapan yaratıcı zekaların, yenilikçi ruhların, statükoya meydan okuyan fikirleriyle yolumuza devam etmeliyiz. Marka sınırlarımızı, her daim güncel kalabilen, gündemini ve sürekliliğini canlı tutan, zamansız içerikler kullanarak, farklı düşünerek, öğrenerek, cesur adımlarla, dinamik ve girişimci ruh ile hareket ederek genişletebiliriz.”

Küresel trafiğin yüzde 25’i Akdeniz Havzası’nda 

Akdeniz Havzası’nın dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 11’lik kısmını kapsadığını açıklayan Jak Eskinazi, “Bölge; 20,4 trilyon dolarlık toplam hasılasıyla dünya ekonomisinin yüzde 23’ünü, dünya ticaretinin ise yüzde 35’ini oluşturuyor. Avrupa, Afrika ve Ortadoğu bölgeleriyle diğer uluslararası pazarlara erişim açısından vazgeçilmez bir öneme sahip. Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle ticaret hacmimiz 82 milyar dolar civarında. İkili ticaretimizde demir çelik, taşıt araçları, tekstil, hazır giyim ve konfeksiyon, kimyevi maddeler sektörleri öne çıkıyor. Küresel trafiğin yüzde 25’inin yaşandığı Akdeniz havzası; 87 limana ev sahipliği yapıyor. Şu anda bizim ihtiyacımız olan bölgesel istikrarı artıracak, ticari ilişkilerimizi daha da ileriye taşıyacak kapsayıcı bir yaklaşım.” diye konuştu.

Gümrük Birliği e-ticaret gibi yeni alanları kapsamalı

Jak Eskinazi, Türkiye’nin de içinde olduğu Barselona Süreci’nin devamı Avrupa-Akdeniz Ortaklığı olarak bilinen, Akdeniz için Birlik’in 40’ın üzerinde ülkenin oluşturduğu bölgesel ve uluslararası bir platform olduğunu açıkladı.

“Bu sayede oluşan Avrupa-Akdeniz Serbest Ticaret Alanı’nın sağladığı olanakları daha da geliştirip, bir iş birliği havzası haline getirmeliyiz. Özellikle AB ile 25 yıldır süren Gümrük Birliği artık günümüzün değişen koşullarına göre yetersiz, ihtiyaçlara cevap vermiyor. Anlaşmanın tarım, hizmetler, yatırımlar, e-ticaret ve kamu alımları gibi yeni alanları da kapsaması gerekiyor. Vize serbestisinin hayata geçmesi ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakere konusu değil artık bir zorunluluk halini almıştır.  Ayrıca dijitalleşme, otomasyon ve yeni nesil tedarik teknolojilerine odaklı lojistik yatırımlarını, Akdeniz Havzası’nda büyümenin anahtarı olarak görüyoruz. Afrika Kalkınma Bankası ile Afrika İşbirliği Teşkilatlarının desteğiyle bölge ülkeleri, 2040’a kadar lojistik bağlantılarını güçlendirmeyi amaçlıyor.”

Anlık stok kontrolü, artırılmış gerçeklik, B2B görüşmeler, QR barkodlar

Eskinazi, birçok ülkenin artık limanlarda blockchain teknolojisiyle tedarik zinciri bilgilerini dijital ortama aktardığına, böylelikle teslimat aşamasına kadar bütün sürecin kontrol edildiğine ve izlendiğine değindi.

“Stok durumlarını anlık olarak görebildikleri, B2B olarak ürünleri canlı sorabildikleri, artırılmış gerçeklikle geliştirilmiş, tüm tedarik sürecini kayıt altına alan ve izlenebilirliği hedefleyen bir süreç. Aynı zamanda şeffaflığı da temel alarak bu bilgiler QR barkodlar aracılığıyla müşterilerle paylaşılıyor. Bölge ülkelerinin ve ülkemizin lojistikte dijitalleşme çalışmalarını artırması, taşımacılığın ve diğer lojistik işlemlerin çok daha hızlı, sorunsuz ve güvenli gerçekleşmesini sağlayacaktır. Lojistik sözleşmelerin yüzde 41’ini e-ticaret oluşturuyor. Yeni yatırımları da buna göre planlamak gerekiyor. 2020’de lojistik yatırımlar yüzde 17 artışla 520 milyon euro tutarında gerçekleşti. Müşteriler artık sabah verdikleri siparişin akşam eline ulaşmasını istiyor. Dünyanın en iyi ürününü de yapsanız profesyonel bir servis ağınız yoksa ürününüzü satamazsınız.”

MIT: Akdeniz Havzası’nda yüzde 40’a kadar yağışta azalma tehlikesi

Ticaret Bakanlığı’nın lojistik merkezleri desteğinin Türkiye’nin dünyaya hizmet sunan bir e-ticaret merkezi haline gelmesi yolundaki süreci hızlandırdığından bahseden Jak Eskinazi, Türk ürünlerinin yeni pazarlara daha kolay, hızlı ve uygun maliyetlerle ulaşmasını sağlayacağını da sözlerine ekledi.

“Günümüzde iklim değişikliği, doğal kaynakların hızlı ve kontrolsüz tüketimi belki de hiç tahmin edilmediği şekilde etkilerini gösteriyor. Tehlikede olan ve acilen önlem alınması gereken bir bölge de MIT’nin araştırmasına göre Akdeniz Havzası. Araştırmada önümüzdeki birkaç 10 yıl içerisinde Akdeniz Havzası’nın kuraklaşacağı ve yağmurlu dönemlerde yüzde 40’a kadar yağışta azalma olacağı yer alıyor.  Türkiye, etkilenecek ülkelerden biri olarak geçiyor. Önümüzde duran tüm sorunlar küresel boyutta ve bu nedenle küresel çözümler gerekiyor.  İklim krizi ve pandemi gibi küresel çapta çözüm bekleyen sorunların varlığına bakarak hazırlık ve iş birliği içerisinde ilerlememiz şart.”

Siber Güvenliksiz Dijitalleşme Yatırımları Kurumların Bütçesine Zarar Veriyor

Dünyanın 50 ülkesinde 18 bin çalışanıyla 40.000 kurumsal müşteriye dijital dönüşüm hizmeti sunan Micro Focus, kurumları dijitalleşme ve siber güvenlik konusunda uyarıyor. Micro Focus Türkiye ve Yunanistan Genel Müdürü Deniz Kırca, tehditlerin dijital olduğu yerde güvenliğin de dijital olması gerektiğini belirterek, şirketlerden sadece 3’te 1’inin yapay zeka ve otomasyon yatırımının yanında siber güvenliği de düşündüğünü söyledi. Kırca, siber güvenlik yatırımını gerçekleştirmeden yapay zeka ve otomasyon sistemine geçmenin şirketleri saldırıya daha açık hale getirdiğinin de altını çizdi. Banttan indirilemeyen bir otomobil için üreticilerin 10.000 Euro zarar ettiğini vurgulayan Kırca “Siber güvenliksiz yapay zeka ve otomasyon yatırımları bilançoya zarar olarak yazılıyor. Bu üç yatırımı birbirinden ayırmadan yapmak en iyi çözüm” dedi.

Yapay zeka konusunda bugüne kadar yayınlanmış en kapsamlı araştırmayı kamuoyuna duyuran Stanford Üniversitesi’nin verilerine göre; üretimde bu teknolojiyi kullananların oranı dünya genelinde yüzde 58’e ulaştı. Aynı araştırmaya göre yapay zeka kullanımı yıldan yıla yaygınlığını sürdürürken, başta sanayi, üretim kuruluşlarıyla finans ve e-ticaret siteleri de sistemlerini yapay zeka ile donatıyor. 2019 yılında yapay zeka yatırımlarının 70 milyar doları geçtiği tespit edilen araştırmada, bu yatırımın 2020’de katlanarak artacağı öngörüldü. Covid-19’un etkisiyle dijitalleşmenin artmasına paralel olarak rakamın 100 milyar dolara ulaşmış olabileceği düşünülüyor. Öte yandan insansız fabrikaların otomasyon sistemiyle donatılması konusunda ise dünyada bir yarış söz konusu. Buna göre otomasyon konusunda en önde olan ülkeler ise Çin, Japonya, ABD, Güney Kore ve Almanya olarak tespit edildi. Sayılan bu ülkeler dünya sanayi üretiminin yüzde 70’inden fazlasını gerçekleştiriyor. Covid-19 günlerinde insanların yakalandığı bu hastalık nedeniyle dünya üretim devleri yeni tedbirler alacağını duyurdu. Böylece yalnızca fabrikalarda değil, TIR’lar başta olmak üzere tüm tedarik ve depolama zincirlerinde de yapay zeka ile donatılmış, uzaktan kontrol edilen araçların kullanılması planlanıyor. Yeni salgınlar karşısında dünya ekonomisinin durmaması için dijitalleşmenin bu gelişmelerle katlanarak artması bekleniyor. Bugüne kadar birçok önemli şirket de, bu alanda yatırımlar yapacaklarını ve Ar-Ge’yi geliştireceklerini açıkladı.

Türkiye saldırı altında

Dijitalleşmedeki bu hızlı seyir, beraberinde siber güvenliği de getiriyor. Güvenliğin dijital hale gelmesi olarak tanımlanan bu savunma mekanizmasının kurulmaması ise yapay zeka ve otomasyon ile çalışan uzay teknolojisine sahip sistemleri işlevsiz kılıyor. Dünya genelinde günde 2.000 siber saldırı gerçekleşiyor. Gerçekleştirilen incelemelere göre Covid-19’un dünyayı esir aldığı, üretim ve tedarik zincirini durdurduğu 2020 yılında hacker gruplarının en çok saldırdığı yerler sanayi ile finans kuruluşları oldu. Öte yandan e-ticaret şirketleri de bu siber korsanlıktan payını alırken, dünyanın ekonomik kaybı 3 trilyon dolara yükseldi. Siber saldırıların en çok arttığı ikinci ülke ise Türkiye olarak kayıtlara geçti: Bundaki en önemli neden ise Türkiye’de şirketlerin de giderek yapay zeka ve otomasyon sistemlerine geçmeyi tercih etmesi. Yine bu saldırıların artmasındaki en önemli etmenler arasında Türkiye’de e-ticaretin yüzde 80’e varan oranda yükselmesi, 45 yaş üzeri tüketicinin internet okuryazarı haline gelmesi ve finans sistemlerini uzaktan kullanma alışkanlığının yüzde 70’leri aşan büyümesinin payı büyük.

Kurumların sadece 3’te 1’i siber güvenliğe yatırım yapıyor

Dünyanın en büyük yazılım şirketlerinden Micro Focus’un Türkiye ve Yunanistan Genel Müdürü Deniz Kırca, dijitalleşmenin Covid-19 ile beraber 2020 yılında büyük bir patlama yaptığını belirterek, tüm şirketler, e-ticaret firmaları ve üretim tesislerinde yapay zeka ve otomasyon sistemleriyle varlığını artırmasına paralel olarak, şirketler siber güvenlik konusunda ise aynı anda yeterli yatırımlara imza atılmadığını söyledi. Araştırmalara göre şirketlerin sadece 3’te 1’inin yapay zeka ve otomasyon yatırımlarının yanında siber güvenlik konusuna da aynı anda yatırım yaparak, sistemlerini koruma altına aldığını belirten Kırca “Diğer şirketler ise ancak bir saldırı söz konusu olduğunda bunu savuşturmak için siber güvenlik hizmeti alırken, üretim ve tedarik noktasındaki kayıpları ise, başlangıçta siber güvenliği korumak adına yapacakları yatırımdan daha fazla oluyor. Bir otomotiv firmasının siber saldırı nedeniyle üretime ara vermesinin maliyeti ise banttan indiremediği her otomobil için 10.000 Euro olarak kayıtlara geçti. Büyük bir finans kuruluşunun ya da e-ticaret sitesinin aynı şekilde saldırıya uğramasında bu zarar katlanarak artıyor” dedi.

Ekosisteme zarar veriyor

Siber güvenliğin yapay zeka ve otomasyona geçiş ile beraber olmazsa olmaz bir ihtiyaç halini aldığını, siber güvenliksiz dijitalleşme yatırımlarının ise her an saldırıya açık olduğunu belirten, Micro Focus Türkiye ve Yunanistan Genel Müdürü Deniz Kırca “Yapay zeka ve otomasyon ile yapılan dijitalleşme yatırımlarına mutlaka siber güvenlik kalemi de eklenmeli. Güvenlik artık dijital bir güvenlik sorunu ve bu problemi halletmemek büyük mali kayıplara yol açıyor. Üretim ya da finans şirketi siber saldırıya uğradığında sadece kendisi zarar görmüyor. O şirketle iş yapan başka iş kolları da zarar görüyor. Sorun çözülmediği zaman yan kollara ait ekosistemde de bozulmalar meydana geliyor.” ifadelerini kullandı.

İşveren, çalışanların kurumsal e-posta adreslerini hangi hallerde denetleyebilir?

Anayasa Mahkemesinin 21 Ocak 2021 tarihli kararına göre, işverenin çalışanın kullanımına sunduğu iletişim araçlarının ve iletişim içeriklerinin incelenmesini haklı kılacak meşru gerekçeleri varsa, çalışanlar şeffaf bir biçimde önceden tam olarak bilgilendirilmişse, iletişim araçlarının kullanımına ilişkin olarak öngörülen sınırlamalar işveren tarafından belirlenmişse, işveren çalışanların kurumsal e posta adreslerini denetleyebilir.

Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu kararda, “..özellikle işverenin kural olarak; İşlerin etkin bir şekilde yürütülmesi ve bilgi akışının kontrol edilmesi, işçinin eylemlerine bağlı cezai ve hukuki sorumluluğa karşı korunması, verimliliğinin ölçülmesi ve genel güvenlik endişeleri gibi sebeplerle işçiye sunduğu iletişim araçlarının denetlemesi ve kullanımına sınırlamalar getirilmesini makul ve meşru görmüş ancak işverenin bu yetkisinin işlerin yürütülmesi, işyeri düzeni ve güvenliğinin sağlanması ile sınırlı olması gerektiğini de özellikle vurgulanmıştır” (AYM.12.01.2021/2018/31036-RG.5/2/2021-31386)

İşverenlerin kurumsal e postaların iş dışında özel amaçlarla kullanılmaması gerektiğini iş sözleşmelerine koydukları hükümlerle sınırlandırmakta ve aksine davranışların yaptırıma bağlanacağını da belirtmektedirler. Sözleşmenin tarafı olan işçinin sözleşmeye bağlılık ilkesi kapsamında bu hükme uygun hareket etmesi beklenmelidir. İşverenin kurumsal e-postaları denetlemesindeki makul ve meşru amacı Anayasa Mahkemesi tarafından son yıllarda verdiği kararlarda açıkça ifade edilmektedir. Nitekim, işlerin etkin bir şekilde yürütülmesi ve bilgi akışının kontrol edilmesi, işçinin eylemlerine bağlı cezai ve hukuki sorumluluğa karşı korunması, verimliliğinin ölçülmesi ve genel güvenlik endişeleri gibi sebepler bu kapsamda değerlendirilmektedir.

Bununla birlikle, işveren eposta içeriğinin ve yazışmaların denetlenmesini gerekli gördüğünde, ulaşılacak sonuca başka yöntemlerle ulaşma imkanı olup olmadığını araştırılmalıdır. Başka bir anlatımla, çalışanın iletişiminin içeriğine girilmesi yerine onun kişisel verilerine daha az müdahale eden yöntem ve tedbirlerin uygulanmasının mümkün olup olmadığı denetlenmelidir.

Sonuç itibariyle, işveren iş sözleşmesinde, kurumsal e-postanın kullanımına dair sınırları, e-postanın kullanılma usulü ve denetleme yetkisini, işçinin işini yürütürken ve e-postayı kullanırken uyması gereken yükümlülükleri ve bu yükümlülüklere uymaması halinde, 4857 sayılı Kanun kapsamında hangi yaptırımlar uygulanacağı belirlemiş ve işçi de bunu imzalayarak rıza göstermişse, işverence çalışanların kurumsal e-posta adresleri denetlenebilir.

Devletten Kiralamalarda Yeni Dönem

RESMİ GAZETEDE YAYIMLANDI !

Devletten kiralamalarda yeni dönem başlıyor… Ormanlık alanlara ve bu alanlardaki gayrimenkullerin kiraya verilmesine ilişkin yeni düzenlemeler Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yeni sisteme göre, orman sınırları dışına çıkarılan ve komisyon tarafından ‘yayla’ olarak kullanılabileceği belirlenen alanlar Başbakanlık değil Cumhurbaşkanı’nın onayıyla yayla vasfını kazanabilecek. Türkiye’nin arsa ve arazi yatırımlarında uzmanlaşmış ilk ve tek markası olan uparazzi’nin Genel Müdürü Hakan Erilkun ormanlık alanlarda bulunan yapı ve tesislerin kiralanmasına getirilen kolaylıkların özellikle orman turizmini olumlu etkileyeceğini, yapılacak kiralamalara getirilen zorunlu denetimlerin sıkı sıkıya uygulanmasının büyük önem taşıdığını belirtti.

“Düzenlemeye göre, orman alanlarında bulunan ve kiraya verilen binaların kira artış oranında Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) değil Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) esas alınacak olup, ilk kiralamalarda alınacak teminat oranı da %10’dan %3’e düşürülmüş ve kiralama süresi maksimum 10 (on) yıldan 20 (yirmi) yıla çıkarılmıştır. Alkışlanması gereken bu yeni düzenlemedeki ana amaç hem doğal tarımı ve buna bağlı turizmi desteklemek, toprağa yönelimi daha sağlıklı hale getirmek hem de ormanlık alanlarda atıl durumda bulunan yapıların fonksiyon göstermesini sağlamak.”

Uygulama ile beraber kiraya verilen gayrimenkullerin kullanım şeklindeki sıkı denetimin önemine işaret eden ve bunun kâğıt üzerinde kalmaması gerektiğinin altını çizen Erilkun kiralama koşullarına getirilen azami sınırla ilgili yeni düzenleme için “Ormanlık alanların korunabilmesi ve tesislerin amaç dışı kullanımının engellenebilmesi amacıyla kira sözleşmelerine devletin yılda en az bir kez kullanım amacına uygunluğu denetlemesi koşulu da eklenmiştir. Bu da doğru ve verimli kullanım için yerinde bir uygulamadır. Hatta üçüncü kişilere yapılan kiralamalarda devletin de kazançtan pay alması mecburi denetimin verimine katkı sağlayacaktır. Çünkü yeni uygulamaya göre özel kişi ve kuruluşlar orman alanlarında devletten kiraladıkları bina ve tesislerin yüzde yirmi beşini alt kiralama suretiyle üçüncü kişilere kiraya verebilecek ancak bu durumda da bu kira bedelinin %25’ini ana kiraya veren olarak ilgili kamu kuruluşuna ödeyeceklerdir. Bu da birlikte büyümenin esas alınmasını sağlamakta ve devletin sürekli denetim yoluyla takibini kolaylaştırmaktadır.” açıklamasında bulundu ve ekledi:

uparazzi olarak, devletin toprak alım satım ve kiralamalarını ilgilendiren düzenlemelerini takip ederek, bu düzenlemeleri doğru yorumlamanın çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bu doğrultuda orman alanlarıyla ilgili resmî gazetede yayınlanan son yönetmelik hem yatırımcıları hem yatırım uzmanlarını yakından ilgilendiriyor.

Hackerların hedefi içme suyu şebekeleri

Su kaynaklarının korunması öncelikli olmalı 

Siber saldırganlar sanayi tesisleri, hastaneler ve kamu kuruluşlarından sonra içme suyu şebekelerine de saldırı gerçekleştirmeye başladı. 

Amerika Birleşik Devletleri’nin Florida eyaletinde bulunan Oldsmar şehrinde, halka içme suyu sağlayan su şebekesine bir bilgisayar korsanının sızması ve suyu zehirleme girişiminde bulunması güvenlik uzmanlarını harekete geçirdi. Siber Güvenlik kuruluşu ESET tarafından da mercek altına alınan bu saldırı, halk sağlığı açısından siber güvenliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Geçen hafta Amerika’da su şebekesine yapılan siber saldırının ardından polis yetkilileri yaptıkları açıklamada halk sağlığına yönelik bir tehlike oluşmadan önlem alındığını belirtmişti. Su şebekesinde çalışan bir bilişim uzmanı uzaktan kontrol edilen arıtma sisteminde, sudaki sodyum hidroksit miktarının 100 kat artırıldığını fark ederek çok tehlikeli olabilecek bir durumun zamanında önlenmesine katkıda bulundu.

Belediyeler su temin sistemlerini daha iyi korumak için ne yapabilir?

Florida’da yapılan siber saldırı başarılı olmasa bile iyi korunmayan ve yeterli önlem almayan içme suyu şebekelerinin risk altında olduğunu gösteriyor. ESET, halk sağlığını doğrudan ilgilendiren bu konu ile ilgili olarak neler yapılabileceğini irdeledi. Uzmanlar suçluların su kaynağındaki kimyasal seviyeleri değiştirmek için uzaktan erişim araçlarını kullandığını belirterek saldırının hedefli olduğunun altını çizdiler. Bu olayın sinsi bir sıfır gün saldırısı olmasa da, kötü niyetli kişi ya da kişilerin uzun süredir hedefle ilgilendiği ihtimali üzerinde duruyorlar.

Böyle bir saldırı nasıl gerçekleştiriliyor

Bilgisayar korsanlarının su arıtma ve yönetim sistemleri hakkında özel bilgi sahibi oldukları ya da bunun üzerinde uzun süre çalıştıkları görülüyor. Önce saldırganlar hedefi belirliyor, bilgi topluyor ve bir plan oluşturuyorlar. Erişim sağlandıktan sonra, doğrudan su arıtma süreciyle etkileşime giren kontrol sistemleri için ağı araştırıyorlar. Potansiyel saldırı alanı belirlendikten sonra detaylı ve hedefli çalışmalar yaparak nasıl zarar verecekleri konusuna yoğunlaşıyorlar.

Yerel yönetimlerin, belediyelerin neler yapması gerekiyor

Florida’da yaşanan bu olay  yakın gelecekte halk sağlığını doğrudan ilgilendirecek yerlere siber saldırı yapılabileceğine dikkatleri çekmiş oldu. ESET Siber Güvenlik Uzmanları, küçük ya da büyük olduğuna bakılmaksızın tüm yönetimlerin ve belediyelerin, içme suyu şebekeleri ya da su arıtma tesislerinde bu tip saldırıların olabileceğini düşünerek planlama yapması gerektiğinin altını çizerek şu önerilerde bulundular;

  • Her zaman olası siber saldırılara hazırlıklı olunmalı
  • Bu birimlerde çalışan siber güvenlik uzmanları bir bilgisayar korsanı gibi düşünerek kötü niyetli kişilerin sisteme girmelerini engelleyecek yolları belirlemeli, planlamaları yapmalılar
  • Çalışanlar siber saldırılar konularında bilgilendirilmeli ve eğitilmeliler
  • Yönetimler 2FA (Çift Faktörlü Koruma) uygulamalarını devre almalılar
  • Teknik uzmanlar yama uygulamalarını dikkatle takip etmeliler
  • Mevcut yapı ve kontrol süreçlerinin üzerinden tekrar tekrar geçilmeli.
  • Bir ihlal ya da siber saldırı olabileceği göz önüne alınarak planlamalar ve sonrasında tatbikatlar yapılmalı